kim?

yaşamayanbilir

27 Ekim 2011 Perşembe

Sayıların diline direnmek



Oldum olası matematiği pek severim. Çocukluğum boyunca dünyayı hep matematik ile anlamaya çalıştım. Özellikle aritmetik favorimdi. Gördüğüm her sayıyı anlamlandırmaya çalışırdım, asal mı, kaç tane böleni var, kendisini oluşturan rakamlar ile özel bir ilişkisi var mı gibi sorularla zihnimi oyalardım. Bazen endişe verici olurdu bu tutkum ama zararsız bir alışkanlık olarak içimde kaldı yıllar boyu. Bir süredir sayılar sadece öfke ve akabinde karamsarlık duygularını canlandırıyor içimde. Neredeyse nefret ediyorum artık sayılardan ve dilinden.

Hiçbir zaman yaşadığım topraklar uğruna ölecek kadar bağlı hissetmedim kendimi memleketime. Bu belki bir kusurumdu bilmem ama buna rağmen hiç bu zamanlar olduğu kadar terk etmeyi de düşünmemiştim ülkeyi. Terk etmek yenilgiyi kabullenmektir derler, haklıdırlar ama ben yine de terk etmeyi hep daha romantik bir eylem olarak düşlemiştim. İçinde gizli bir geri dönme arzusu barındıran, şarkılarda dramlaştırılan, bir kızgınlık anının sonucu gelen, özgürlüğe kaçış yanılgısıydı benim için terk etmek. Terk edersin ve kurtulmuşsundur sonunda ama çok değil kısa bir zaman sonra gerçekten kaçamadığın çıkar içinden ve geri dönersin. Ne yazık ki artık, gerçek terk etme arzusunun ne demek olduğunun farkına vardım. Yanılmış olan bendim, terk etmek romantik olmaktan çok uzak kupkuru ve sıkıcı bir duyguymuş. Elinden gelen tek şey bu ve bu duyguya kapıldıktan sonra kalmak sadece cesaretinle ilgili başka hiçbir şey ile değil. Terk edemediğin sürece korkak biri olarak yaşamayı da kabulleniyorsun.

Geçen hafta başında yeniden başlatılmış kirli savaş, ikiyüzlü hâkim medyaya kepenk kapattıracak kadar can aldı. Sayılar üzerinden yürüyen stratejisi gereği akabinde sahtekar bir yas ve akıldan yoksun bir feryat figan, intikam çağrıları başlatıldı. Hakim medyanın hakim takipçileri sidik yarıştırdıkları yeni sosyal duvarlarında üzerlerine düşeni yapıp copy paste protestolarını paylaştılar birbirleriyle hemen. Kullanılan dilin sertleşmesi ve daha da aptallaşmasının dışında değişen bir şey yoktu yazık ki. 30 sene önceki, anne-babalarının basmakalıp, işe yaramaz sözlerini tekrarlamak nedense bazılarına halen vatandaşlık görevlerini yerine getirdiklerini düşündürüyor. Oysa üyesi olduğumuz devletin bir vatandaşı olarak öncelikli görevimiz neden yaşama hakkımızın elimizden alındığını sorgulamak olmalı.

Neden birileri isyan ediyor kurduğumuz devlete ve adam öldürmek kadar ileri gidiyor? Bunu gerçekten merak edip araştıran ama tek taraflı değil tüm kaynaklardan araştıran kaç kişi acaba? Herkes kendi doğrusunu söyleyecektir sana ve sen herkesi dinlemeden kendi doğrunu nasıl bulabilirsin ki? Bir vatandaş olarak en başta benim bu özgürlüğüm engellenmemeli. İstersem gidip en şiddet yanlısı karşı görüşü bile okuma, öğrenme hakkım olmalı. Oysa yıllarca kitaplar, dergiler, gazeteler yasaklandı/bombalandı bu ülkede ve devam ediyor aynı yasaklar, daha yakın zamanda ANF’ye giren birisi hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Karşı görüşün araştırılmasından bu kadar korkan bir zihniyetin bir şeyler saklamaya çalıştığı aşikar değil mi?

Peki gerçekler neler? Tek yazabileceğim kendi gerçeklerim, bildiğim gerçekler, bilmediklerim hakkında da sadece tahmin yürütebilirim. O zaman ilkinden başlayalım. İlla bir etnik kökenden bahsedeceksek; hayatımda gitmediğim Orta Asya’dan gelmiş, ne masalını dinlediğim, ne düğününe katılmış olduğum, bambaşka bir kültüre sahip bir ırktan çok içinde doğduğum dünyada herkesin dilini konuştuğu, şarkılarını söylediği, ağıtlarını çığırdığı, annelerinden öğrendiği yemekleri yaptığı, her şeyiyle kendine has bir ırka daha yakın hissediyorum kendimi. Bu benim doğarken sahip olduğum, sahip olmaktan dolayı da mutluluk duyduğum, yeri gelince de gurur duyduğum son derece doğal bir özelliğim. Bunun değişmesi mümkün değil ki, değişmesi demek kendimi bir makine gibi yeniden programlamak gibi bir şey ve bu fantezi sadece bilim kurguların gerçeği. Peki o zaman okumayı öğrenir öğrenmez neden Türk’üm, doğruyum… diye bağırttılar bana? Avazım çıktığım kadar bağırırsam öyle mi olacağım sandılar acaba? Benim gibi milyonlarca insan var ve hiç de kendilerini Türk gibi hissetmiyorlar, çoğu doğru düzgün Türkçe bile konuşamıyor, hatta bazıları hiç konuşamıyor zaten, şimdi hangi devlet varlık sebebi olduğu vatandaşına ana dilini, bildiği tek dili yasaklayabilir? Hadi bunun teknik saçmalığını bir kenara bırakalım, mantığı nedir acaba? Kültürlerin tek tipleşmesinin, tek ulus, tek bayrak eşittir güçlü devlet formülüne mi götüreceğine inanılmış?

Yetkin olmadığın konularda çok konuşmayı sevmem ve ne yazık ki adam akıllı bildiğim tek dil olan Türkçede konunun tarihsel geçmişi ile ilgili yazılmış kitaplar ya çok taraflı, tarafsız olanlara da ulaşmak zor. Yine de bu mazeret değil, isteyince her şeye ulaşabiliyorsunuz artık ama ben işin tarihsel yanını da merak etmiyorum açıkçası. Ne olmuşsa olmuş bitmiş ve mevcut duruma bakıldığında halen yapılması gereken bir dolu iş olduğu görülüyor ve artık zamanımızda, eskinin çürümüş gitmiş formüllerinde değil, yüzyılımızda bu işin nasıl yürüyeceğini düşünmemiz gerek.

Benim düşünceme göre önümüzdeki en büyük engeli aşmak öncelikli olarak siyasi değil, şimdiye kadar sürdürülen en büyük yalanı kabullenmekten geçiyor. Ne yazık ki yaşamış olduğumuz ülkede bir ırk ayrımcılığı yapıldı ve toplumun aykırı bir kesimi dışarıda bırakıldı, bu kesime sempati duyanların bazıları yozlaştırıldı ve diğer bir kesimi de dışarıda kalanlara düşman edildi. Çoğunluk ise korkuyla sindirildi Bunu yapanlar dışımızdan değil, içimizdendi, hem de en yakınımızdan. Son yaşanan Van depremi felaketinden sonra yine boyalar aktı, ayrım ortaya çıktı. Bu derin kırığı iyileştirmek tek başına politikacıların yapabileceği bir iş değil, ki öyle olsa da bizim payımıza düşenlerin bunu başaracaklarına inanmak onlardan daha aptal konumuna düşürür bizi. Bu fay kırığını onarmanın yolu yok. Kırılmış kemiğin kaynamasını beklersiniz bazen ama bazen de protez kullanmak zorunda kalırsınız. En kötüsü ise aşırı kanamadan ölmektir. Bence durum aşırı kanama aşamasında ve kanamayı önlemek sadece bizlerin elinde, kafamızdaki ırkçı önyargılardan kurtulmakla başlayabiliriz işe. Bu bile sadece korkarım protez kullanma seçeneği verecek elimize. Karamsar olmak bir işe yaramaz ama benim görebildiğim gerçek bu, umarım yanılırım.

Peki protez kullanarak ne elde edilebilir? Yapay bir birliktelik oluşturulabilir mesela, kuralları belli, çıkar birliğine dayalı bir örgütlenme. Tek millet, tek devlet kavramından vazgeçilir, tek milliyet ortak devlete geçilebilir mesela. Ve milliyetin tanımında herhangi bir etnik unsura gönderme yapılmaz, vatandaşlık kavramı öne çıkartılır. Artık şunun da kabul edilmesi gerekir; bir zamanlar birleştirici bir unsur olarak ortaya çıkartılmış Türk kelimesi ne yazık ki görevini yapamamıştır. Bu gerçeği anlamak için daha fazla insanın ölmesi sadece cinayettir.

Yıllar önce futbolla ilgili bir web sitesinde milli takım hakkında bir yazı yazmıştım. Yazıda özetle milli takımın tüm ülke tarafından sahiplenebilmesi için bütün milli unsurların özgürce seslendirilebildiği bir yer olması gerektiği, misal neden bir a milli futbolcu ben Kürt’üm ancak milli takım için oynamaktan gurur duyuyorum diyemiyor diye sormuştum. Aldığım tepkiler epey şiddetli ve çeşitliydi, yazık ki mikro milliyetçi olmakla bile suçlanmıştım, ancak şimdi aynı savı tekrar yinelemem gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizde yaşayanların tamamının ortak milli değerleri sahiplenmesi ancak ve ancak çeşitlilik ile mümkündür. Etnik unsura gönderme yapılmış bir milliyetçilik tanımıyla da amaçlanan ortaklık duygusu oluşturulamaz. Bunun kabul edilmesi için kaç kişinin daha ölmesi gerekiyor?

Bazı intikamdan gözü dönmüş manyaklar halen kelle avcılığı peşinde ölüleri sayıp manşetlere taşımaya devam ediyorlar, kana doymaz bu vampirlerin açlıklarını gidermesi gereken bir gerçeği büyük harflerle yazmak isterim, İNTİKAMINIZ ALINDI, şerefli ve kudretli ordu kayıplarının yerine misliyle can aldı, her “şehidin” karşılığında belki iki katı ölü sayısı var karşı taraftan ve matematik görevini yaptı, rahat uyuyabilirsiniz. Kötü haberse şu kirli savaş devam ediyor ve kudretli ordu bu savaşı bitiremiyor. Çünkü bu karşılıklı iki ordunun savaşı değil tek bir devletin kendini yiyip bitirmeye çalışması, başka bir şey değil. Komşu bir ülkenin toprağına bayrak çekmekle de bir şey kazanmış olmuyorsunuz, ne o toprakları sahiplenmiş oluyorsunuz, ne de o topraklarda yaşayan insanları.

Diyelim ki Kuzey Irak tamamıyla ay yıldız ile donatıldı, bütün dağlardaki kamplar imha edildi ve topraklar üzerinde tam kontrol sağlandı, ne olacak sanılıyor? Eylemlerin sona ereceği mi? Bu sadece karşı örgütü strateji değişikliğine götürür. Kendisini var eden sebeplerin var olduğuna inanan insanlar olduğu sürece eylemler farklı biçimlerde, belki de daha da ölümcül bir şekilde devam edecektir. Bu eylemleri engellemek bir güvenlik sorunudur ve bunun için alınması gereken önlemleri tamamen desteklerim ancak siz güvenlik önlemini kalabalık mekanlara giriş çıkışta üst baş aramasından, bu mekanlara tamamen ırkçı önyargılarla belirlediğiniz insanların girmesini yasaklamaya çevirirseniz bu iş güvenliği sağlamaktan çıkar, faşizmin bir çeşidi olur sadece. Bugün bizi yönetme iddiasında olanların da dönüp dolaşıp geldiği nokta da burası yazık ki. KCK üyesi şüphesiyle karşı görüşü merak etmiş, belki onlarla aynı fikri paylaşmış ancak silaha başvurmayı reddetmiş insanları kanıtsız yargısız tutuklayıp yıllarca hapishanelerde tutarsanız bu da güvenliğimizi sağlamaz. Sadece silahı tercih edenlere malzeme vermiş olursunuz. Burada kast edilen bir bombacıyı eyleminden önce korumuş, hazırlamış, sonra da saklamış kimseler değildir, bu kişiler silah kullanmamış ise de yardımcı olmuşlardır ve elbette yaptıkları sabit ise cezalandırılmalıdırlar ancak bir insana sayın dediğiniz için veya onun savunduğunu siz de savunduğunuz için onun suçuna ortak değilsinizdir. Kimse de sizin lafınızdan cesaretlenip silaha başvurmaz. Şimdiye kadar inatçı devletin en büyük hatası bence bu ikisini ayıramamak oldu. Düşünceyi, ifade özgürlüğünü yasakladığı ölçüde silahlı başkaldırının önünü açtı.

Daha önce defalarca tekrarlanmış sözleri yeniden gündeme getirmek değil amacım, konuyla biraz yakından ilgilenen herkesin eninde sonunda geldiği nokta aynı ancak benim dikkat çekmek istediğim Van’daki felaketin ardından yardım diye oraya gönderilen kutuların içinden ay yıldızlı bayraklar, tahta, taş, ırkçı mesajlar ve bir sürü başka kullanılamaz ıvır zıvır çıkması. Bu nefret bizi hiçbir yere götürmez. Ancak mevcut nefreti çoğaltır. O zaman işte basit matematik işlevsiz kalır. Çünkü matematiğin katı dünyasının dışında 2’nin karşılığı her zaman 2 değildir. Bazen 0 rakamının hepsinin üzerinde bir değeri olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder