kim?

yaşamayanbilir

30 Aralık 2010 Perşembe

Masalımsı hakikatler



Bir adam veya kadın neden Cem Adrian dinler? Bildik bir çocukluk geçirmiş, sakin bir ergenlik atlatmış, ortalama bir tahsil hayatını geride bırakmış, karşı cinse yaklaşabildiği kadar yaklaşmış, verebileceğinden fazlasını verememiş, dingin bir ilişki geçmişi olan, sıradan bir işte sıradan bir pozisyonda çalışan, dümdüz zevkleri olan, özverili bir eş, uslu iki çocuk, fazla karmaşık olmayan iki üç dizi, merkeze yakın bir siyasal parti, gerçekleştirmesi pek zor olmayan düşleri ile bir ömür tüketen, basit bir insan neden Cem Adrian dinler?

Kahve falı bakıp radyoda çalışırken sesini keşfetmeye çalışan bir adam önüne fırsat geldiğinde acılarından, yalnızlığından, terk etmelerden, korkulardan bahseden kelimelerin içinden tanımadıklarına neden seslenir?

Ortalama bir adam olağandışı bir sesin ilettiğini nerede saklar? İçinde mi, yakınlarında mı yoksa sadece elektronik devrelerde mi? Sakladıklarının zamanla büyümesini, anlam bulmasını mı bekler? Büyüyen tanıklıklar kendi hayatına ne yapabilir? Sıradan bir hayatı nereye götürebilir?

Memleketin hayranlık duyulan seslerinden biri, son zamanlarda belki de birincisi, adı gerçek soyadı doğduğu topraklardan uydurma Cem Adrian, 2010 bitmeden beşinci stüdyo albümünü yayınladı geçen günlerde. Albümün adı “Kayıp Çocuk Masalları”. Aynı Cem, aynı Adrian. Seven yine dinleyecek dibine dek, sevmeyen dalga geçip forward edecek. Sevenler ekibine dahil bir üye olarak albümü birkaç kez dinledikten sonra sevgili çoksesimizin gelişme içinde olduğuna kanaat getirdim. Önceki albümlerinde, sesinin sınırlarını göstermeye çalışan harika çocuk yanı bir yerlerde hep kendini gösteriyordu, bu albümde ise sesinden çok müziğe ve duygulara konsantre olduğunu düşünüyorum. Kendi deyişiyle bir his albümü yayınladığı. Hatta bazı yerlerde sözlerin Türkçe olduğunu düşünmeden dinlemek geldi içimden, sadece tonlamaları takip ederek şarkıları yeniden dinledim ve özellikle tekrarladığı motiflere takılmayınca daha etkili olduğuna karar verdim müziğinin. Sözlerin anlamlarına diyecek yok, hepsi çok içten yazılmış ancak hepsini birden dinlemek bazılarına fazla gelebilir. Bir de bazı tamlamalar, benzetmeler, söz oyunları sık sık klişeye düşüyor. Ama Cem Adrian hiçbir zaman çok iddialı bir söz yazarı olmadı. Daha çok yazdıklarını sesiyle, müziğiyle en yoğun şekilde aktarmaya çalışan, tanrıdan torpilli hassas bir yaratık olarak gördüm onu ben. Bu beklentilerle dinleyince bence taşlar yerine oturuyor ve şarkılarının sana dokunmasına izin verebiliyorsun.

Albümün açılış şarkısı karanlık efektler ve keskin gitar nağmeler ile başlıyor, sonraki şarkılarında pek başvurmadığı bir yol. Açılış için uygun, kendisinin en sevdiğim sesiyle söylediği güzel bir şarkı “kayıp”. Akabinde gelen “bir katilin ellerinde” adlı şarkının nakarat kısmını dileyen bir kahpenin ellerinde diye de söyleyebilir, daha etkili oluyor, denemeyle sabittir. İki etkili şarkının ardından gelen “sen benim” şarkısı resmi sitenin de, nasıl derler, albümden seçilmiş parçası. Bu şarkıda albümün sonlarında tekrar kulağımıza çalınacak yarım kalma temasını ilk defa duyuyoruz. Dördüncü şarkı bir çocuğa yazılmış. İstediğiniz gibi yorumlayabilirsiniz. Smiths dinleyen biri bu tür göndermelere alışık, ancak aileden sorumlu kalas mı kavaf mı neyse işte o böyle şarkıların çalınmasını Siirt yöresinde yasaklatabilir. Bu şarkının özelliği de Adrian’ın sözleri şiir gibi okuma klasiğini tekrar denemesi. Albümün ortasına geldiğimizde bir düet, sanatçımızın sevdiği ve benim de takdirlerime şayan memleketimizin Morrisette’i Aylin Aslım ile yaptığı bir düet ile karşılaşıyoruz:“Herkes gider mi” Yine bu sevimli ikilinin hanım kızımızın pek sevdiğimiz şarkısı “senin gibi” konser yorumu bence daha başarılıydı. Ama bu düetin de soru cevap kısmı adrianseverlerin kalbinde özel bir yer kazanabilir. “Unutursun” adlı şarkı Cem”in az duyduğumuz bir vokaliyle başlıyor, sözlere göre şekilden şekle giriyor, arkadan vokali ve yaylılarla sona eriyor. Benim favorilerimden. Sonra bir düet daha geliyor. Bu sefer eşlik edeni uzun zamandır duymuyorduk, kendisi ateşten sevdasıyla meşhur sayın Murat Yılmazyıldırım. 90ları çoğu yaşıtıma ve ağabeylerim ablalarımla karanlık etmiş bir zat. Kavuğunu devrettiği Cem Adrian da saygıda kusur etmemiş, almış albüme ustasını ve 90lara çakmış selamı:”ağladıkça”.

Peşinden akustik gitar ve sakin Cem, benim pek hoşuma giden bir yanını gösteriyor. Kulaklarınıza masallar fısıldayan bu adam anlattıklarını içinde gerçekten hissetmiş. Dinlediğiniz çalışma, yapısı gereği her ne kadar ticari bir çaba olarak dursa da söylenen sözlere inanmak bedava ve bu inancın sizi nereye götürebileceğinin değerini kim ölçebilir ki. Şarkının tek falsosu adı ”o kirpik hala bende sevgilim”. Albüm sona yaklaştıkça daha da derinleşiyor ve sizi de içine çekiyor, içine giremeyen çoktan çıkmıştır zaten biz diğerleri için devam edelim. Dokuzuncu şarkı yalın bir şarkı. Temalardan da tahmin edebileceğiniz bir uçarcadan, önceki albümlerinde de ismini duyduğumuz sevgili tırtılların ölmeden önceki hallerinden bahsediyor “ıslak kelebek”. Artık kapı pencereleri kapatabilirsiniz, ya da yorganı iyice üstünüze çekin, önerim dışarıyı sağlam yalıtmış bir kulaklık ile dinlemeniz albümü. Büyülü sesin etkisini en güzel böyle hissediyorsunuz. Yatağınızın içinde size özel bir performans sergiliyormuş gibi düşünebilirsiniz. Zaten şarkıların en etkileyici yanı da, bazıları için en bayıcı da olabilir tabi bu, sanki tüm şarkılar sizin için yazılmış. Anlatılanlara benzer hikayeleri yaşamış olup olmadığınız önemli değil, sadece söyleyenin samimiyeti bile böyle hissettiriyor. “Yarım” ve “Benden sonra” şarkılarında kendini önünüze atan Cem Adrian, neden kör gözüne parmak, sürekli anadan üryan albüm kapaklarında gezindiğinin sebebini de sunmuş oluyor. Çünkü o karşınızda tamamen çıplak olmak istiyor. (Bir daha ki sefer albümü çırılçıplakken mi dinlesem ben de?) Tabi mesaj çok açık olunca yaratıcılık bekleyenler hayal kırıklığına uğruyor, esastan katılıyorum ben de onlara ama yarı yolda ayrılıyorum işte, bildik veya değil yetenek sana kendini sunuyor içtenlikle, arkadaşından görüp kopyasını öperken konulu fotosunu da çekmiş koymuş kapağa, böyleyim işte diyor, bu kadar açık, fazla imaya gerek yok. Gerisi dinleyene kalıyor. İster küçümser, ister salonunuzun en kıymetli köşesinde saklarsınız. Son şarkısında yine sevdiği bir soyuttan, tanrıdan ses veriyor bize. Tabi öyle bir hediye alsam ben de onun gibi düşünürdüm.”tanrı aslında sever hepimizi.”

Baştaki soruların yanıtı yok. İsteyen istediği yanıtı verebilir. Benim yanıtım 10 ocak gecesi kadıköy’de olacak. Kendisini dinlerken neden orada olduğumun cevabını da öğrenmiş olacağım. Diğer yanıtları merak edenlerin çok zahmete girmesine de gerek yok, albüm tüm paragöz müzik sömürücüleri, alışveriş merkezleri, duygusal kitapçılardan ve korsan net sitelerinden edinilebilir. Hiç bulamayan bana yazsın ben ona atarım bir şekilde. Canlı performansları da ulaşılabilir. Maşallah zırt pırt Beyoğlu’nda çıkacak sahne buluyor, arada Anadolu yollarına da düşüyor, bazı bazı üniversitelerde görüldüğü de söyleniyor.

Daha verimli çalışabildiği için İstanbul’u terk edip Ankara’da yaşayan nevi şahsına münhasır zat-ı muhterem var oldukça bu topraklarda ne pencere kenarları öksüz kalır, ne yağmur insanlarının soyuna kıran girer, ne de toplu taşıma araçları ağlama duvarı olmaktan kurtulur. İçten gelen, dışarıdan görünmeyen, sessiz ama en sahici ağlamalar en çok da en kalabalık mekanlarda vuku bulur ne de olsa.



Unutmadan: Cem Adrian memleketin Björk’u müdür, Antony’si mi?

29 Aralık 2010 Çarşamba

bekleme süresi


uzun zamandır bekliyordum. yazacak çok şey vardı da yazmaya hevesim yoktu. sonunda yazma eylemine başlayabiliyorum. ya da içimden zaten yazdıklarımı dışarıya çıkartabileceğim artık. çok yakında yeni yazılar peşpeşe gelecek. biraz farklı olacak ama.

çok değil.