kim?

yaşamayanbilir

19 Ekim 2011 Çarşamba

4 - All Quiet on the Western Front


Lewis Milestone

Tek cümleyle
1.dünya savaşına gönderilmiş henüz çocuk yaşta askerlerin katli

Ne zaman
1990 yılı içinde bir tatil akşamı

Nerede
Batman’da, TV karşısında, TRT2’de, sinema-edebiyat kuşağında.

Önemi
Savaşın dehşetiyle ilk tanışıklığım. İlkokulu bitirmek üzereyken tanışmıştım bu filmle. O zamanlar teyzemin hediyesi Can Yayınları çocuk kitaplığını hatmetmekle meşguldüm. Sanırım kişiliğimi bulduğum yıllardı. Hayatımda savaş görmemiştim. Hakkında bildiklerim sadece okuduklarımdı. Bazıları, özellikle tarih kitaplarında yazılı olanları kahramanlık hikayeleriyle doluydu ancak benim ilgimi çeken diğer kitaplarda anlatılan trajedilerdi. Okulda bu kitapları okutmazlardı, harçlığımdan biriktirdiklerimle en yakın kırtasiyeden satın aldığım kitaplardan öğrenirdim bu hikayeleri. Ve bir de arada bir karşıma çıkan böyle filmlerde.

“Batı yakasında yeni bir şey yok” diye Türkçe’ye çevrilen filmimiz bir edebiyat uyarlaması. Erich Maria Remarque adlı bir Alman yazarın anılarından yola çıkarak yazdığı bir edebiyat klasiğinden Moldova doğumlu Ukrayna göçmeni bir ABD vatandaşı Lewis Milestone tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Film 1.Dünya Savaşı öncesinde milliyetçilik duygularıyla heyecanlandırılan bir Alman gencinin savaşta karşılaştığı dehşeti anlatıyor. Çocuğun içindeki milliyetçilik duyguları yerini zamanla ölüm korkusuna ve savaşın anlamsızlığı karşısında duyduğu öfkeye bırakıyor. Çaresizlik içinde ruhunu saf tutmaya çalışan genç asker filmin sonunda dramatik bir şekilde acı sonla karşılaşıyordu.Filmin gücü hem hikayesinden hem de anti militarist tavrından kaynaklanıyordu. 1930 yılında böyle bir film çevirmek cesaret işiydi. Nitekim film Nazi Almanya’sında yasaklandı. Alman vatandaşlar İsviçre, Avustralya gibi komşu ülkelere giderek filmi izleme şansını yakaladılar.

Filmi ilk izlediğimde gerçekten çarpılmıştım. O zamana dek savaşlar ile ilgili bilgilerim oldukça basmakalıptı ve her ne kadar kendimi bir savaş karşıtı olarak görsem de bunun ne demek olduğundan emin değildim. Bu filmi izledikten sonra savaş dehşetine karşı olan öfkem gerçek kaynağını buldu. Savaşta kaybettiğimiz sadece fiziki varlıklarımız değildi, esas kaybımız ruhaniydi ve bu kaybın yeri de kolay dolmuyordu. Kirli bir savaşın kıyısında henüz ömründe bir cinayete tanık olmamış bir ufaklık olarak ekrandan zihnime yansıyan görüntüler korkunçtu. Siyah beyazın daha da etkisini artırdığı görüntüler aklımdan çıkmadı uzun süre. Devletlerin birbirleriyle olan kavgasının sonucu işlenmiş resmi cinayetlerin kurbanı genç askerlerin kandırılışı ve bunun farkına varmaları sonucu yaşadıkları çaresizlik duygusu, filmi izleyenlerin söz konusu cinayetlerdeki rolünü sorgulamasına sebep oluyor. Yazık ki bu son derece etkili filme rağmen insanlık tekrar boy gösteren ve bu sefer daha da korkunç olan bir dünya savaşının önüne geçemedi. Belki de filmlerden boylarını aşan görevler bekliyorumdur.

Ödül
Amerikalılar filmi en iyi film ve yönetmen Oscar’ı ile onurlandırdılar. Japonlar da en iyi yabancı film Junpo ödülünü vererek filme kayıtsız kalmadılar.

Yıllar Sonra
Milestone uzun bir yönetmenlik kariyerine devam etti. Ancak Ocean’s Eleven , Mutiny on the Bounty , Front Page gibi daha popüler işler üretmeyi tercih etti.

Başrol oyuncularından Lew Ayres oyuncu ve yönetmen olarak kendini kanıtladı, şöhretler yoluna adını yazdırdı.

Bir diğer başrol Lois Wolheim ise filmin gösteriminden 1 yıl sonra vefat etti. Aslen bir matematikçi olan aktör bu filmdeki rolüyle hep hatırlandı.

Romanın 2012 yılında gösterime girmesi beklenen modern bir uyarlaması yapım aşamasındadır. Mimi Leder’in yöneteceği filmde Harry Potter filmlerinden tanıdığımız Daniel Radcilffe’in başrolde olacağı dedikoduları mevcut.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder