kim?

yaşamayanbilir

14 Ocak 2014 Salı

Bitmiş bir yıldan arda kalan okumalar - III


Cinayet Sırları – Neil Gaiman & P.Craig Russell
Oldum olası Gaiman’ın çizgi romanlar için yazdıklarını diğerlerine yeğlerim. Evet kendisi aynı zamanda iyi bir öykü/roman yazarı ama çizgi roman sanatı için yaptıkları çok daha önemli benim gözümde. Sadece Sandman serisi bile bu tezimi kanıtlamaya yeter ancak Gaiman, bir çizgi roman tutkunu olarak o seriyle kendini kısıtlamadı. Beğenilen birçok çizgi roman daha yazdı. Onlardan biri de Cinayet Sırları. Craig Russell’ın güzelim çizimlerinin can verdiği Gaiman öyküsü bir çırpıda okunuyor yine. Anlatmaktan bıkmadığı bir dünyada geçiyor olaylar. Meleklerin neden bu kadar ilgisini çektiği galiba anlıyorum, bir keresinde ben de o dünyaya dair bir şeyler yazmayı düşünmüştüm ve biraz araştırma bile yapmıştım. Tarih boyunca sözü edilen meleklerle insanlık hallerinin ne kadar örtüştüğünü fark etmiştim. Ne de olsa insan aklının yarattığı bir kavram, melekler. Onların zaaflarını ve huylarını taşıması normal. Bu kitapta da mitolojilere benzer bir hikaye anlatılıyor. Bir an gerçeklikten uzaklaşıp olan bitene inanmaya çalıştığınızda o kadar da zor olmadığını fark ediyorsunuz. Gerçekten de eğer bir yerlerde melekler varsa ve sürekli bizleri izliyorlarsa Gaiman’ın çizgi öykülerindeki gibi davranmayacaklar da nasıl davranacaklar? İsteyen kendi fantezisini düşleyebilir.

 Siperlerdeydik (1914-1918) – Jacques Tardi
Geçen yılın benim için en büyük kazançlarından biri de Tardi’yi keşfetmek oldu şüphesiz. Bu da oldukça geç bir keşif sayılır. Olsun, geç olması hiç olmamasından iyidir. Aslında Tardi’yi ilk bu eseriyle değil Paris Komünü’nü anlattığı çift ciltli epik yapıtıyla tanıdım. Ama beni asıl etkileyen Siperlerdeydik oldu. Çizginin gücünü sonuna kadar kullanan Tardi, karakterlerinin her birine başlarına geleni iç sesleriyle anlattırarak 1.Dünya Savaşı’ndaki korkunç yıkımı kayıt altına alıyor. Hep ilk dünya savaşındaki askeri yıkımın ikincisine göre daha korkunç olduğunu düşünmüşümdür. Çünkü eski siper taktikleri geliştirilen silahlara karşı zavallıcaydı. Metre metre ilerleyen çarpışmalarda ölen yüz binlerin sorumluluğu o zamanki komutanların boynunda kalacak belki ama çok değil yirmi sene sonra yeni bir dünya savaşının çıkmasına engel olamayan siyasiler, din adamları, tüccarlar, bürokratlar, fırıncılar, işçiler, öğretmenler, müdürler, anneler ve babalar, herkes payı ölçüsünde bu kıyımın ortağıdır. Siperlerdeydik adlı anlatıdaki askerlerin neredeyse hepsinin ortak bir özelliği var, cepheye sürülmeyi engelleyemeyecek kadar yoksullar. Çoğunun geride bıraktığı bir sevdiği var. Hiçbiri eceliyle ölmüyor. Savaşın korkunçluğu defalarca anlatıldı, yazıldı, çizildi, resmedildi. Tekrar o perdeyi aralamak istemeyebilirsiniz. Ama günümüzde benzeri şiddetin tüm hızıyla devam ettiğini gördükçe insanlığın böylesi eserlere olan ihtiyacının hiç de azalmadığını düşünüyorum.
  
Tamirci – Bernard Malamud
Ülkemizde akıldışı bir adaletsizlik hüküm sürmekte. Şu günlerde akıl sağlığımızı korumak öncelikli amacımız. Bunu becermenin yollarından biri de benzer zamanlarda yaşayanların tecrübelerinden faydalanmak. Tamirci’yi okumaya karar vermemde dertleşecek bir dost arayışımın etkisi çoktu. Olan biten hukuksuzlukları çevremdekilerle paylaşıyordum ama yetmiyordu. Malamud’un çoğu kişi tarafından başyapıtı olarak değerlendirilen eserini okumayı bitirdiğimde utanılası bir ferahlama yaşadım. Utanmalıydım çünkü başkalarının acısından ferahlama çıkarmamalıyım ama sonunda beni anlayan birini bulmuştum ve rahatlamama engel olamıyordum. Şunun için rahatlamıştım, ne çok umutsuzluğa düşsek de tarih gösteriyor ki böyle zamanların hep sonu olmuş. Elbette bu değişmez bir sonuç değil, mücadele edilmediği takdirde hiçbir şey düzelmez ama öte yandan mücadeleyi de küçümsememek gerek. Bugün zayıf görünen veya ne işe yaradığını bilmediğimiz tepkiler sönmedikçe çoğalacaktır, en azından yok olmayacaktır hiç ve Tesla’nın teorisine göre yeryüzünde bir noktaya hiç sektirmeden sürekli bir itme hareketi uygularsan başka bir noktada mutlaka bir yıkıma/depreme yol açarsın. İşte romandaki tamircinin direnci bana hep bunları hatırlattı. Kendisi bile ona inanmayı bıraktığında, o halen doğru bildiğini savunmaya devam ediyor. Doğru yanlış bazen karışıyor ama aklımızı korumak da kendi elimizde. Malamud Usta aklımıza mukayyet olmak için güvenilir bir kaynak.   

Güneş de Doğar – Ernest Hemingway 
Aptalca önyargılarım yüzünden Hemingway’den geçen seneye kadar hep uzak durdum. Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un kötü bir çevirisi yıllarca kitaplığımın okunmamış demirbaşı oldu. İlginç olan onca ev değişikliğine rağmen bu romana sahip çıkmış olmam. Bir yandan görmezden geliyor bir yandan da atamıyordum. Geçen sene izlediğim bir film sahnesinde gördüğüm Hemingway kitabı içime hazretlerini okuma sevdası saldı. Kudurmuş gibi evden fırlayıp en yakın kırtasiyeden -evet kitapçı değil kırtasiye!- ilk romanı olan Güneş de Doğar’ı satın aldım. Gençliğimden beri ilk kez kırtasiyeden kitap alıyordum. Ayrı bir hissi vardır, özlemişim. Çok beklememe gerek kalmadan aldığımın ertesi günü romanı yalayıp yutmuştum bile. Bir kitaba kapıldığınızda sıkışık metrobüs, ağlayan bebek, yığınla birikmiş e-postalar, gürültülü TV, çekici oyunlar, hepsi gözünüzde değersiz mazeretlere dönüşür, hiçbiri okumanıza engel olamaz. Allah’ı var, Hemingway de okuru avucunun içine nasıl alacağını iyi biliyor. Ama şunu da söylemeliyim ki Hemingway akıcı bir yazar olmanın çok ötesinde bir üstat. İki söz, bir sessizlik anı, ufak bir betimlemeyle anlattıkları günlerce aklınızda yer ediyor. Bazen öyle bir sahneyle karşılaşıyorsunuz ki olduğunuz yere çakılıveriyorsunuz, içinize bir ağırlık çöküyor, ya da tam tersi odanız size dar geliyor, çıkıp gitmek istiyorsunuz. Hazretlerin sevdiğim bir sözü vardır, “Dürüst olmayan tek bir cümlem yoktur”  gibi bir şeydi, onu okurken ne demek istediğini daha iyi anlıyorsunuz. Bu romandan sonra Silahlara Veda’yı da okudum ve biraz da öykülerini ama hiçbiri beni ilk romanı kadar çarpmadı. Çanlar da halen o eski kopyasıyla kitaplığımda tozlanmaya devam ediyor. Onun hiçbir günahı yok, tüm suç benim.

Çocuklar Kalıyor – Alice Munro
Munro hakkında neler hissettiğimi önceki bir yazımda çokça anlatmıştım, tekrarlamak istemiyorum ama öyküleri hakkında birkaç kelam daha etmek isterim. Nobel’i aldıktan sonra geçtiğimiz günlerde bir öykü toplaması daha yayınlandı Türkçe’de ve böylece hali hazırda kitapçılarda bulabileceğiniz üç Munro kitabı var. Aralarında en çok Çocuklar Kalıyor’u sevdim ben ama dileyen istediğinden başlayabilir, esasen biri diğerine göre daha ön plana çıkıyor diyemem. Çocuklar Kalıyor’un aklımda diğerlerine göre birazcık daha kalmasının sebebi okuduğum ilk Munro olmasıdır belki. İlginç olan, öykülerin başkarakterlerinin çoğu kadın olmasına rağmen bendeki izlenimleri tamamen cinsiyetsizdi. Arada bir anlatılanlar acaba yazarın başından geçmiş olabilir mi diye düşünmedim değil ama öyküler öyle bir anlatılıyor ki kendinizi metne kaptırdığınızdan aklınıza gelen son soru bu oluyor. Öykülerin gerçekçiliği ortadayken bu soru manasını yitiriyor. Munro’nun tercih ettiği anlatım biçimi, zamanın akışını kırarak olayların sebep sonuç ilişkileri üzerinde yarattığı akıl çelmeleri, karakterlerin iç dünyalarına nüfus edebilmesi ve tüm bunları ortalama kırk sayfayla yapabilmesi hayranlık verici. Çoğu yerde öykülerinin bir roman kadar derinlikli olduğu söylenir, ben biraz daha ileri gidip bazı öykülerinin okuduğum çok romandan daha fazla şey anlattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Munro okuduktan sonra öykü okumak ve yazmayı neden bu kadar çok sevdiğimi bir kez daha anladım. 

Cevdey Bey ve Oğulları – Orhan Pamuk
Üniversitede hiç Orhan Pamuk okumadım. Herkes Yeni Hayat’tan bahsederken ben özellikle uzak durdum. Meşhur ilk cümle bile merakımı cezbetmedi. Sanırım popüler olana ön yargılarım yüzünden Yeni Hayat’a hiç şans vermedim. Sonra Benim Adım Kırmızı çıktı ama onu da okumadım. O zamanlar adı yanlış hatırlamıyorsam Ahmet Altan ile beraber anılıyordu ve ikisini de okumamaya neredeyse yeminliydim. Okul bitti, iş hayatı başladı ve bir öğleden sonra hayatımın en gurur verici anlarından birini yaşadım. Türkçe yazan bir yazara Nobel ödülünü vermişlerdi. Türkçe anadilim olmasa da en iyi bildiğim dildi -dürüst olmak gerekirse doğru düzgün konuşabildiğim ve yazabildiğim tek dil- ve kim ne derse desin bu şekilde ödüllendirilmesinden gurur duymuştum. Üstelik Türkçe edebiyatın dünya kültüründeki yerine dair de umutlarım artmıştı. Böyle konular oldukça sübjektiftir ve çok kimseye göre o yer zaten vardı ve bunun için herhangi bir prestijli ödüle gerek yoktu. Anlayabileceğim bir açıklama ancak kabul etmek gerekir ki böylesi yüksek ilgi gören ödüller sahiplerine ve mensubu oldukları ülke edebiyatlarına da ilgiyi artırır. Daha çok kitapseverin Türkçe yazılmış kitaplara ilgi duyması da yazmak ve okumak isteyen herkesin için için dileğidir. Son derece de doğal bir dilektir bu. Başlangıçta herkes ekran/defter/kağıt başına yazmak için otursa da sonunda elbette okunmak ister.

Nobel’e rağmen hemen Pamuk okumadım. Hemen kızmayın bana, geçerli olmasa da kendimce bir sebebim vardı. O zamanlar Kar adlı romanı gündemdeydi ve benim eleştirilere haddinden fazla kulak astığım yıllardı. Üstelik yeniden popüler olmuştu ve bu benim onu okuma isteğimi artırmıyordu maalesef. Söyleşilerini ilgiyle takip ediyordum, fırsat buldukça edebiyat harici yazılarını da okurdum, hatta sanırım İstanbul adlı denemesini de biraz okudum diye hatırlıyorum. Neyse ilk Pamuk romanı okumam için Masumiyet Müzesi’nin yayınlanması gerekti. Roman sürükleyiciydi, ilk okunacak Pamuk romanı değildi elbet ama bana dokundu. Bir yandan onu Orhan Pamuk yapanın bu roman olmadığını biliyor, öte yandan romancılığıyla -belki de bir tek ben- bu romanla tanışmış olmaktan dolayı gizli gizli övünüyordum. Ne övünç ama! Birkaç sene daha başka Pamuk romanı okumadım, belki bu övüncü bozmamak için. Ta ki önceki seneye kadar. Sessiz Ev ile başlayan Orhan Pamuk okuma serüvenim, Kar ile devam etti, şimdilik Cevdet Bey ve Oğulları ile sonlandı. Ama son durak değil burası, sırada Kara Kitap veya Beyaz Kale var, hiçbir şey için olmasa bile o saçma övünç duygusundan kurtulmak için Pamuk külliyatını bitirmeyi amaçlıyorum.

Cevdet Bey ve Oğulları, belki de Pamuk’un en gizlediği romanı. Muhtemelen ilk olmasından ötürü hatalarının çok olduğunu veya fazla toyca yazılmış olduğunu düşünüyor. Bana kalırsa, evet arada sırada toyluk demeyeyim ama hayallerine, hikayesinin büyüsüne kaptırmış bir yazarın sesini duyuyoruz romanda ancak oldukça yetkin bir ilk roman. Hatta ilk roman diyerek kestirip atılmayacak zenginlikte. Pamuk, çok sevdiği Buddenbrook seviyesine çıkmayı başarıyor yer yer. Sessiz Ev’den sonra yeni sulara yelken açan Pamuk, Masumiyet Müzesi’yle başladığı noktaya dönmüştü, şahsi tercihim denizin bu tarafında yaratmaya devam etmesi. Belki daha az tuzlu buranın suyu ama içinde yüzmesi kolay, üstelik dibi merak eden herkes derinlere dalmakta serbest.  

Grafik Kanon Seti / Cilt 1 - Kolektif
Milliyet Kardeş günlerinden beri çizgi romanların hastasıyım. Ama Asterix’in altından çok sular aktı. Yeni hikayeler, yeni tarzlar, yepyeni çizimler önümü açtı. Özellikle İstanbul’a taşındıktan sonra keşfettiğim çizgi roman dükkânları yepyeni yeteneklerle tanışmama sebep oldu. Ancak işte yine de yetmiyor. Bu dünya engin bir dünya ve gelişimini takip etmediğin sürece arkada kalmaya mahkumsun. Geride bıraktığımız sene gözlerimize ve dimağımıza sunulan Grafik Kanon Seti için Kolektif Kitap’a ne kadar teşekkür etsek az. Zorlu ve hayli riskli bir proje üstlenmişler. Sınır ötesinde görüp bayıldıkları üç ciltlik bu devasa derlemeyi ülkemize getirmeyi başarmışlar. Hem de gayet başarılı bir Türkçe ile. Gılgamış’tan, Tükenmeyen Nükte’ye kadar seçme bir edebiyat tarihi yolculuğuna başarılı çizimler eşliğinde çıkmak isteyen herkese öneririm. Tek kötü tarafı şu, bazıları o kadar başarılı ki bittiği için üzülüyorsunuz ve eserin tamamına ulaşmanın yollarını arıyorsunuz. Eh, bu da epey sabır veya bütçe gerektiriyor.

Tiffany’de Kahvaltı – Truman Capote
Filmini izleyip bu kısa ama müthiş roman hakkında kesinlikle bir önyargıya varmayın. Evet film kendi başına bir başyapıt, Hepburn her daim o filmle yaşayacak ancak Capote’un novellası en az filmi kadar hatta bence filminden çok ilgiyi hak ediyor. Gerçi o da tarihte yerini aldı zaten ama henüz Capote ile tanışmayanlar varsa onlara lafım. Yazar karakterlerini iyi tanıyor öncelikle ve kusurlarıyla birlikte hepsini çok seviyor. Gerçi sevmekten çok, onlarla yaşıyor diyebiliriz, belki geçmişte yaşamıştır bile. Ama en büyük başarısı bu değil, öyle olsaydı yetenekli bir yazardan daha fazlası olmazdı, Capote’un farkı anlattığı hikayenin nerelere dokunabileceğinin farkında olması ve ustaca o noktalardan uzak durarak ama varlığını da hissettirerek çevresinde dolanması. Hayır, gerçekleri dolaylı yoldan aktarma çabası değil bu veya açıklık yerine kapalı anlatım çabası da değil, öyküsünü anlatırken bilmemiz gerekeni sadece sunuyor bize. Geriye kalan fazla çünkü, hayal gücümüze yer bırakmaz. Hikayenin hüznü de anlatılanlardan değil anlatılmayanlardan kaynaklı.

A People's History of American Empire -  Howard ZinnMike KonopackiPaul Buhle
Berlin’de Munro ararken keşfettim bu kitabı. Zinn ve bu büyük eseri hakkında kulak dolgunluğum vardı ama içimden daha önce hiç kendisini okumak gelmemişti. Yine katil Amerika önyargıları yüzünden. Sonra başka bir kitap ararken karşıma çıktığında hemen çevirip arkasına, fiyatına bakmadım. Çizgilerle anlatılan tarih küçüklüğümden beri ilgimi çekmiştir ve bu koca kitap rafta arkadaşlarının yanında oldukça heybetli duruyordu. Bütçemi aşmıyordu aslında fiyatı ama yine de tereddüt ettim alırken. Sonra bir daha bu kitaba erişme şansımı biraz da yanlıca tekrar hesapladığımda fazla düşünmedim. İyi ki de almışım, İstanbul’a dönene kadar tren, havaalanı, uçak derken neredeyse bitti. Bir tarih kitabının bu kadar sürükleyici olmasına şaşırabilirsiniz, üstelik anlatılan tarih bize hayli uzak. Ama gerçekten öyle mi, kitabı okumaya devam ettikçe anlatılanların aslında hayatımızın ne kadar içinde olduğunu hayretle fark ediyorsunuz. Zinn lafını sakınmıyor, eleştirinin gücünün farkında. Arada bir hepimiz gibi umutsuzluğa da düşüyor ama çıkış kapısını bize gösteren de yine o. Belki ABD tarihi ilk bakışta ilgi çekici görünmeyebilir, ancak peşin hükümlü olmayın derim ben. Şükür, Türkçe’de Zinn basıldı, satılmaya devam ediyor. Merak eden herkesin okumasına açık. Özellikle ortalığın kızıştığı şu günlerde tarih okumaya her zamandan daha çok ihtiyacımız var bence.

Buz ve Ateşin Şarkısı 5. Kitap / Ejderhaların Dansı Kısım 2 - George R.R.Martin
Dizi kitabı okumak ayıp değil, günah değil. Fantastik edebiyat da keza öyle. Üstelik George R.R.Martin tarafından yazılmışsa. Buz ve Ateşin Şarkısı çoktan efsaneye dönüşmüş durumda. Televizyon ekranlarından Martin ile tanışanlar için seri dizi kitabı olarak görülse de gerçekte Game of Thrones bir kitap dizisi. Martin, gözdesini kimselerin sorumsuz ellerine teslim edemezdi ve dizinin senaryosunu da kontrol altında tutuyor, iyi de yapıyor. Seriyi okumayanlar için özetlemek kolay değil ama afiş cümlesiyle konuşmamız gerekirse, ilk kitabın isminde olduğu gibi tüm seri sert, kanlı bir iktidar mücadelesini anlatıyor. Bunu anlatırken, insanoğlunun ne kadar acımasız, cahil, aptal, kahraman, sinsi, zeki, güzel, talihsiz, kindar, fesat, güçlü, hayalperest, cömert, vahşi, çaresiz, cesur ve korkak olabileceğini gösteriyor. Özenle yaratılmış karakterleri çevrenizden biri gibi sahipleniyorsunuz veya nefret ediyorsunuz. Dizi de görselliğiyle bu etkiye katkıda bulunuyor aslında ama esas malzeme kitaplarda. Bana sorarsanız ikisi bir arada gayet güzel işliyor, sabredenlere birlikte okunmalarını tavsiye ederim ama benim gibi sabırsızlar beşinci kitabı çoktan okuyup bitirmiştir bile. Beşinci kitabın temposu öncekilere göre biraz daha ağır, bunda olayların dördüncü kitapla paralel zamanda geçmesi etken sanki. Yine de özellikle sonları bir solukta okunup bitiriliyor. Altıncı kitabı tüm dünyayla birlikte beklerken serinin sonsuza kadar sürmesini diliyoruz ama biliyoruz ki bu mümkün değil, en azından layıkıyla bir son beklemek hakkımız. Eh, bunu da George R.R.Martin’den başka kim başarabilir ki?


   
   Anlatmak istediğim daha çok kitap var, hiç bitmez zaten. Yer sorunum da yok ama böyle giderse hiç bitiremeyeceğim bu listeyi. Bu yüzden burada bitiriyorum. Bakarsınız başka bir liste çıkar karşıma, ben de alır onu azıcık süsleyerek buraya taşırım.
 

5 yorum:

  1. gaiman bitte schön.
    :)
    tardi bilmiyom galiba.
    güneş de doğar okudum sahafta buldum varlık yayınları sarı kapak.
    malamud biliyom da sanırım okumadım gibi.
    munro yazdım geçen gün. nefret, vb. kitabına bayıldım valla.
    gündelik sıradan yaşam öykülerini pek severim.
    amerikan yazarlarının da var böle eserleri.
    sam shepard örneğin çok çok iyi ya.
    cevdet tek sevdiğim pamuk romanı.
    capote oleeey.
    martin okuycam hala giremedim çok kitabı var ya.

    şu empire. uyar bana da.

    grafik kanon seti. şu anda hatırlayamadım. ama alcam en kısa zamanda o zaman.
    bütün çizgileri sürekli okuyom ya.
    asteriks yenileri tenten red kit ve sonra müthiş dylan dog ve sonra corto maltese.
    çok var çok.
    enki bilal öğütlerim bak.

    senin gibi iyi bir okur bulmak iyi oldu.

    bak ben de genelde gecede bir kitap bitiririm.
    birbirine hiç benzemeyen türlerde okuyom.
    şu anda 60'lar türk rak müziği ve sahne tasarımı kitapları okuyom.
    sonra balina kuyruklarına geçiyom ordan mangaya ordan kuzey polisiyesi ordan fransız edebiyatı böle gidiyo işte.
    :)
    yakınlarda john fowles ve henry miller'ları bitirdim.
    yazar yazar gidiyom işte.
    :)

    YanıtlaSil
  2. heeey bu arada gördün mü ilk kitabım çıktı.
    bilemedim şimdi gördün mü aceba.

    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. gecede bir kitap mı!! ne hız! bu hızla okumaktan yazmaya zaman ayırman da ayrıca takdir edilesi. ben ancak haftada bir kitap bitirebiliyorum. evdekilerin yarısı bekliyor okunmayı.
      türler arası çılgın geçiş bende de var ama ağırlıklı olarak öykü-roman okuyorum. geçen hafta sonu gün gezgini adında bir çizgi roman okudum. tam senlik. bu haftada da berlin üçlemesinin ilk iki kitabını bitirdim. kitapçının önerdiği bir başka çizgi romana başladım. arada pamuk, hemingway okumaya devam. sonra da belki china mieville okurum diyorum.
      fowles dan büyücü , miller dan da yengeçli kitabı var bende ama ikisini de henüz okumadım.
      ben de yazıyorum biraz, öykü filan. şimdilik nereye gider, bilmiyorum, iyi olduğundan emin olana dek denemeye devam edecem. senin deneme kitabını gördüm. alırım. okuduktan sonra yorumlarımı atarım.

      Sil
  3. bloga yazı girince gelip bana söleseneee.
    biloklara üye olmuyom da ondan yanii.
    :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. anlaştık. ilk sana haber veririm. ama pek sık yazmıyorum ben bloga.
      bu arada kitabının siparişini geçtim, gelmesini bekliyorum.

      Sil