kim?

yaşamayanbilir

6 Ocak 2014 Pazartesi

Bitmiş bir yıldan arda kalan okumalar - II



SNOOPY. Mutluluk Sıcak Bir Battaniyedir Charlie Brown – Charles M.Schulz
Charlie Brown’ın kaç yaşında olduğunu bilmiyorum. 5 ya da en fazla 6 yaşında olmalı. Hiç okula gittiğini görmedim. Arkadaşları da keza. Ama eminim okuma biliyordur. Snoopy serisinin tutkunu değilim, bu yüzden hakkındaki bilgilerim kısıtlı. Fakat bu, karakterlerine, diyaloglarına, çizimlerine bayıldığım gerçeğini değiştirmez. Türkçe’de son derece kısıtlı görebildiğimiz bu esaslı diziden çıkan kitabın farkına varır varmaz siparişini geçtim. Geldiği gibi de okudum. Üstelik her zamanki gibi yalnız da değil, oğlumla birlikte. Belki de böylesi kitapların en güzel tarafı da bu. Oğlunuzla birlikte büyük zevk alarak okuyabileceğiniz kaç kitap vardır ki? Ama Snoopy asla bir çocuk kitabı değil. Çocukların da anlayabileceği bir dilde yazılmış olması onu çocuk kitabı yapmıyor. Karakterleri henüz okula gitmeyen ama dertleri bizimkilerden çok farklı olmayan veletlerin öyküsünü anlatıyor Schulz. Neredeyse inanılmazı mümkün kılıyor, çocukların dünyasını büyüklerin anlamasını ya da hemen hemen anlamasını sağlıyor. Oğlum henüz okuma bilmiyor, öğrendiğinde çok seçeneği olacak okumak için. Ama başka ne okursa okusun eğer bir tane bile Snoopy okumayacaksa okumayı hiç öğrenmesin daha iyi. Umarım günün birinde okuduğumuz bir Snoopy hikayesi hakkında oğlumla konuştuğumu göreceğim.

Saksı Olmanın Faydaları – Stephen Chbosky
Afişi, IMDB yorumları ve Emma Watson yüzünden ilgimi çeken bu kitabın filmi düşük beklentilerime rağmen beni izler izlemez çarpmıştı. Çok sebebi var elbet ama en önemlisi başkarakterin hayatın acımasız gerçekleri diye nitelendirilen klişeyle çarpışmasının samimi anlatımıydı. İzlediğim zamanki ruh halime cuk oturuyordu. Benim için acıtıcı olansa karakterle aramızdaki yaş farkıydı. Kitabını almam ve yaramı kanatana kadar deşmem kaçınılmaz oldu. Farklı olarak kitap bana daha neşeli, iç ferahlatıcı geldi. Aslında film sadık bir uyarlama ama yine de farklı mecralarda olmasından ötürü kitabın etkisi ayrı. Yazarın muhtemelen kendi hayatından izler taşıyan romanı filme çevirmek istemesi de takdire şayan. Sanki hikayesini başkasının kayda almasına yüreği el vermemiş. Birçoklarına bu hikaye yeni bir Amerikan ergen büyüme masalı gibi gelebilir ve oldukça sık ele alınmış bu tarif artık sıkmaya başlamış da olabilir ancak yüzeyinde öyle görünse de romanın farkı hikayeyi ele alış biçimi. Bana göre, yazar bize bir büyüme masalı anlatmak istemiyor ya da derinlerde sıkışmış bir trajediyi keşfetme hikayesi de, benzer olaylar başımıza gelmemiş olsa da hepimizi etkileyebilecek içten bir yüzleşme öyküsü anlatıyor. Kendi karakterimizle ve başımıza açtığı onca dertle yüzleşip herkesten önce kendimize dürüst olmamız gerektiğini gösteriyor. Özellikle sonlara doğru Emma’nın başroldeki saf delikanlıya tembihlerinden anladığım bu. Belki de ben mesajı böyle almak istemişimdir. Herhangi bir günün herhangi bir zamanında kitabı veya filmi hangisini isterseniz rahatlıkla okuyabilirsiniz.

Eve Dönmenin Yolları – Alejandro Zambra
Zambra’yı ilk kez Bonzai romanıyla duymuş ve okumuştum. Türkçe’deki yeni romanını merakla bekliyordum. Sağ olsun Notos çok bekletmeden yayınladı. Zambra’dan öğrendiğim, az lafla kocaman olduğunu düşündüğümüz dünyaları anlatabilmek. Bu romanında ne acılı olduğunu uzaktan da olsa duyduğumuz, okuduğumuz, izlediğimiz bir diktatörlüğü anlatıyor. Ve aslında bize çok yakın bir hayat anlattığı. Tercih ettiği yol ise dikkat çekici. Kesinlikle büyük acılardan, haksızlıklardan, arka planlarda dönen adaletsizliklerden bahsetmiyor, çoğunu roman harici yayınlardan öğrenme şansımız hep var çünkü. Bize o günlerde yolunu bulmaktan bahsediyor sadece. Buradaki anlam ilk aklınıza gelen değil elbet, kaybolmuş birinin eve dönüş yolunu bulmasını kast ediyorum. Büyük haksızlıkların olduğu zamanlarda yaşananlar o denli acı ve yakıcıdır ki yazmak isteyen bir insanın aklına bu acıları anlatmaktan başkası gelmez belki, ya da başkasını yazmayı hafiflik olarak algılayabilir. Küçük çocukların kaçırılıp öldürüldüğü, kayıpların akıbetinin belirsiz olduğu, çok sevdiğin arkadaşlarının birer birer yok edildiğini gördüğün zamanlarda oturup hiç bunlardan bahsetmeden bir şeyler yazılabilir mi? İşte Zambra, gözümüze sokmadan haksızlıklarla dolu bir dönemi anlatmayı başarıyor, hem de çok az sayfayla başarıyor. Kitap bittiğinde tuhaf bir şekilde olanlar hakkında hiç bilginiz olmasa da o günlerde yaşayanlar gibi hissedebildiğinizi fark ediyorsunuz. Yazmanın sırrı burada gizli olsa gerek.

Profesör Y ile Konuşmalar – Louis-Ferdinand Celine
Celine en sevdiğim yazarlardan biridir. Üstelik bunu tek kitapla başarmıştır, Gecenin Sonuna Yolculuk. Ama ne kitap! Gerçek bir kılavuzdur. Ne zamandır ondan yeni bir şeyler okumayı bekliyorduk ve bu senenin en hoş sürprizlerinden biri oldu, Profesör Y ile Konuşmalar. Celine okuyanlar diline aşinadır, bu yüzden kitaptaki makineli tüfek saldırısına hazırdırlar ama onlardan biri olarak ben bile anlatısının bu kadar eğlenceli olacağını beklemiyordum. Yayıncıların, yazarların, okurların hep beraber oluşturdukları camiaya adeta top, tüfek saldırıyor yazar. Lafların çoğu hepimize dokunuyor ama bu kurgu profesörün çemkirmelerini ben çok sevdim. Kendiyle dalga geçemeyen insanların hiçbir zaman dürüst bir kahkaha atamayacaklarına inandığım için Celine’in cesareti ve sivri dili her zaman hayranlığımı kazanmıştır. Bazen düşünürüm keşke daha fazla metin okuma şansımız olsaydı kendisinden ama o anlar çabuk geçer, bu isteğim de bencil ve açgözlü bir saldırıdan başka nedir ki? Ben kimim ki yazardan böyle bir talepte bulunma hakkımı kendimde buluyorum? Sonra benimkinin talep değil de yeni yıl dileği gibi boş ama bir sonraki yıla uyanırken yataktan az da olsa daha umutlu kalkmamızı sağlayan bir hayal olduğuna ikna oluyorum. Sakinleşiyorum. Ardını düşünmeden arada bir boş hayallere kapılmak isteyen herkese öneririm.

Kim Lan Bu Hayatımın Erkeği – Deniz Özturhan
Deniz benim arkadaşım. Ancak listemde olmasının sebebi bu değil. O hep çok iyi bir yazardı ve kitabını okuyan herkes sonunda bunun farkında. Esasen kitabın basılmasından önce de bir blog dolusu insan bu gerçeğin farkındaydı zaten. Kitap olsa olsa bu gerçeği taçlandırmıştır. E, yazarına da böylesi bir taç yakıştı doğrusu. Blog kültürü popülerleştikçe bayağı olanla olmayanın ayrışması zorlaştı. Ancak keskin gözlere ve saptırılmamış zihinlere sahip olanlar için halen çok zor değil bu ayrım. Benim bu konudaki kriterim belli, akılda kalıcılık. Ancak kalıcılıktan anladığım, duvar yazıları gibi manşetlik cümleler değil benim için, ya da twitter cephesinde paylaşılmaya doyulmayan özlü sözler de. Yazının bütünüdür benim için önemli olan. Bir metin içinden cımbızla seçilmiş cümlelerle değil başından sonuna dek bütünüyle değerlidir. İşte Deniz’in de başardığı bu bence. Kendine has dilinden taviz vermeden ve anlattığı meseleleri gönlüyle seçerek kitlelere ulaşmayı beceriyor. Niyeti parlak cümlelerle izleyici toplamak değil, yer yer başlıkta sorduğu sorunun izinden giderek, bazen kafasına takılanları takip ederek, çokça da karşılaştığı insanları anlatarak bir neslin sesi oluyor. Önemli olan ona hak verenlerin sayısı değil, anlattıklarının ne kadar sahici olduğu. Tüm bunları yaparken didaktik olmaktan uzak durabilmesi de ayrı bir takdir sebebi. Ortalığa saçılan bunca, bayağı yastık muhabbeti içinde parıldayan bu denemeye bir şans verin derim ben. Umarım gün gelir yazarın ve dilinin hak ettiği bir kurmaca da okuruz.

Şeytan Tangosu – Laszlo Krasznahorkai
2013’ün sonlarında okumaya başladığım bu romanı henüz bitirmedim. Yine de bu listede olmasını istedim. İlginç bir atmosferi var çünkü romanın. Daha önce okuduğum hiçbir romana benzemiyor. Birinci bölüm nefes kesiciydi. Olaylar neredeyse gerçek zamanlı ilerliyor ve hayatın somut gerilimi an be an hissediliyor. Temponun düşük olması metnin sürükleyiciliğine zarar vermiyor bence ama şurası bir gerçek ki böyle romanları doğru yerde doğru zamanlarda okumak da önemli. Okumaktan başka bir işin dikkatinizi dağıtmasına izin vermemelisiniz. Mümkünse yalnız olmalı ve dışarının sesinden yalıtılmış bir odada bu roman okunmalı. Yoksa içine girmek gerçekten zor. Kendinizi bir kere olayların geçtiği mekanlarda hayal ettikten sonra gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Yardımcı olur mu bilmem ama romanın en az onun kadar başarılı bir sinema filmi de mevcut. Yalnız biraz uzun. 450 dakika kadar. Romandaki atmosferi ekranda görmek isteyenler filmini izlemeyi deneyebilirler. Farklı dünyalardan bir roman okumak isteyenler için.

Tarihi çok farklı biçimlerde okuyabiliriz. Buna uygun çeşitli seçenekler var. Dileyen belgesel izler, isteyen ansiklopedi alır, bir başkası kurgunun penceresinden bakar veya filmlerin, dizilerin dünyasından kendine göre seçtiği örneklerden öğrenmeye çalışır tarihi. Ve elbette tarih kitapları vardır, cilt cilt. Bazıları baştan sona anlatır her şeyi, bazıları sadece belli dönemleri. İşte seçtiğim set de sadece 20.yy’ı anlatıyor. Üstelik fotoğrafların diliyle. Her on yıl için bir kitap. Zamanı on yıllara bölmek her şeyi sınıflandırma merakımızdan geliyor. Sonra da o dönemlere belli özellikler yakıştırıyoruz. Her dönemin bir ruhu olduğuna inanıyoruz. Ben bu kadar kati bir şekilde ayrıldıklarını düşünmüyorum ama elimizdeki bu seti inceleyince, belki de fotoğrafların bilinçli tercihinden ötürü olabilir, her dönemin kendine has renkleri, umutları, kayıpları, vahşeti, kahkahaları olduğunu görüyoruz. Bence keyifli bir yolculuk bu. Geride bıraktığımız yüzyılı bir de yetenekli objektiflerin gözüyle hatırlamak bazen sayfalarca yazının yapamadığını yapıyor, küçük bir duyguyu fotoğrafa bakana geçirebiliyor. Bombalama yıkıntılarının arasında süt taşıyan adam, tek parça mayolarıyla denize ilk defa giren kadınlar, belki hayatlarında ilk ve tek defa ruhlarının kayıt altına alındığını sanan yerliler, kutu oyunu oynar gibi askerlerinin geçit törenlerini izleyen komutanlar… Belki çoğu fotoğrafı daha önceden gördüğünüzü hatırlayacaksınız bir yerlerde ama hepsini bir arada on yıllara ayrılmış şekilde incelemek tarihin gözlerinizin önünde akmasına yol açıyor.   

2 yorum:

  1. bilokuna bazen girilebiliyo bazen girilemiyo yaw.
    :)
    şu gety'leri gördüm de almadım baktım ama.
    şeytan tangosu hatırlamadım belki de bilmiyorum ama okumadım.
    arkadaşın deniz kitabı gördüm ama okumadım. bakayım madem.
    o da bizdenmiş he.
    selin :) öbür kitabı efsane ya.
    zambra kitabı hatırlamadım.
    saksı önemli yaa.
    gönülçelen gibi. catcher yani.
    ay snoopiii.
    türkçe ingilizce buldukça alır okurum ki.
    hatta haftasonu almıştım bi sahaftan.
    :)

    YanıtlaSil
  2. yazdıkça yazasım geliyor. bitmiyor bu kitaplar. geriye dokuz tane falan kaldı sanırım. zambra'yı oku mutlaka derim. şilili gencecik bir yazar. saksı ile çavdar tarlasında çocuklar'ı bir tutamam valla. biri güzel bir kitap diğeri resmen tarih. ama biraz tarzları benziyor, orası doğru.

    YanıtlaSil