Bu, hayatta kalmak isteyen bir kadının öyküsü.
Onu öldürmek isteyen yok ama o yine de hayatta kalmak istiyor. Tüm cesaretini toplayıp defterine ne olursa olsun ölmemesi gerektiğini yazıyor. Bunun için önce şartları oluşturması lazım. Birinci şartı, nefes almaya devam etmek. Nefes aldığım sürece, diye yazıyor defterinin temiz sayfasının sol üst boşluğuna, yaşamaya devam edeceğim. Kim ki engel olmaya kalkışırsa soluk almama, bütün gücümle direneceğim. Kendi hür irademle nefesimden vazgeçtiğimi kimse görmeyecek.
İkinci şartı, kendinden utanmamak. Öyle bir duruma düşmektense ölmeyi yeğlerim, kendime ölmeyi yasakladığıma göre asla kendimden utanacak bir duruma düşmemeliyim. Ya, öyle bir an gelir de bütün çabalarına rağmen böyle bir duruma düşerse ne olacak? Ölüme nasıl direnecek? Bir tercih mi yapması gerekecek? Biliyor ki, kendine koyduğu yasakların biri öbürüne üstün değil, her biri aynı kesinlikte ve istisnalarla bu yasakları gevşetemez. Ancak ve ancak öldüğü zaman kendinden utanacak. Ya da kendinden utandığı an öldüğü an olacak. Öyle bir an gelirse huzurla ve ölümün kendi elinden olmadığına inanarak gözlerini yumacak. Bu öyle mutlak bir inanç ki bedeni o an gelmeden hazır olacak ve bilinci o anı fark etmeden kapanacak.
Üçüncü şartı, tat almak. Bencilce bir istek bu. Belki
küçüklüğünden kalma, artık anımsayamadığı bir hatıradan ötürü tat alma duyusuna son derece tutkun. Neye mal olduğunu düşünmeden yediklerinden her zaman zevk
almaya baktı. Yemek için yaşadığı söylenemezdi ama tat alma duyusunu kaybederse
hayatta kalma içgüdüsünü kaybedeceğini içten içe hep biliyordu. Ölmemeye karar
verene dek bu konu hakkındaki nihai düşüncesini merak etmemişti, şimdi bir
sonuca varmak zorundaydı ve nihayet anladı ki, her geçen gün azalan lezzetlerini
tatmayacaksa bu tatsız dünyada kalmak istemiyordu.
Şartlarını yazmayı bitirince rahatladı. Baştan bir kez daha
okudu yazdıklarını. Tatmin olmuştu. Yanı başında duran yeşile boyalı, ekşi
şekerlemelerden birini ağzına attı. Kalkıp evin içinde biraz yürüdü. Mutfağa
gitti, tezgahı sildi, oradan banyoya geçti, saçını ıslattı, yatak odasında
biraz ayakta dikildi. Burası benim evim, diye geçirdi aklından. Anahtarı
kapının üstünde, dilediğim zaman çıkar gezerim, ne zaman istersem o zaman eve
dönerim. Bu düşüncenin verdiği özgürlük hissiyle kendinden geçti, şeker hala
dilinin ucundaydı, yatağına çöktü. Kendine geldiğinde uzanmıştı. Başının
altındaki yastıktan fırlamış tüyler ensesini kaşındırıyordu. Hava kararmıştı. Bütün
gün bu yatağa hapsolmuş olamam herhalde, dedi ve cümlesi bitmeden ardından
geleceği sezinledi.
Kimse onun için üzülmedi. Ne de olsa her şey inançları uğrunaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder