kim?

yaşamayanbilir

15 Kasım 2013 Cuma

Munro



  
Geçtiğimiz Ekim ayının ilk cuması, nereden takıldıysa aklıma, dehşetli bir Munro okuma arzusuna tutuldum. Daha önce hanımefendinin tek bir cümlesini bile okumamıştım. Sabah evden çıkarken yolluk olarak yanıma aldığım romanın başlangıcı beni tatmin etmemişti, dönüşte yeni bir şeyler okumak istiyordum. İnternette gün içinde teslimat yapan kitapçı sitelerini gezerken Alice Munro ismine rast geldim. Tanıdık tınlıyordu kulağıma ama nereden olduğunu çıkaramıyordum bir türlü. Ardından çevirisi yapılmış kitaplarını incelerken, içlerinden biri ilgimi çekti. Genelde kitap satın alırken arka kapak yazılarına veya isme takılmam ama arada bir içgüdülerime kulak kabarttığım da olur. Hele böyle kitaplar elimden bırakamadıklarım arasına girerse yazarın başarısından kendime pay çıkarırım. Ne de olsa kişisel keşifler her zaman heyecan vericidir, insanın içinde okuma isteği uyandırır. Çevremizde sürekli bize okuma önerilerinde bulunanlara karşı bence bir tür meydan okumadır bu. Kendim için en iyisini kendim seçerim! Her zaman olumlu sonuç vermese de akılda kalanlar başarılı seçimler olduğundan içgüdülerimize göre alışveriş yapmaktan vazgeçmeyiz. 

İşte şu cuma sabahı içimde karşı koyamadığım okuma isteği uyandıran kitabın adı şöyleydi; Çocuklar kalıyor. Alice Munro'nun dilimize çevrilen üçüncü öykü derlemesi. Öncekilerden daha çok ilgimi çekmesinin tek bir açıklaması var, derlemenin başlığı! İlginç olan orijinal dilinde öykülerinin bu başlık altında yayınlanmamış olması. Nedense Can Yayınları bu başlığı tercih etmiş. Öykü derlemelerinde başlığa nasıl karar verildiğini hep merak ederim. Genelde öykülerden birinin adı seçiliyor, peki ama hangisi? Yazarın bu konuda tercihi mi baskındır, yayın evinin mi? Yazar seçerken neye göre karar veriyor? İçine en çok sinen öykünün mü başlığını seçer, yoksa bütün öyküler hakkında kışkırtıcı ipuçları vereni mi? Nedenini bilmiyorum, her başlığın muhtemelen ayrı bir hikayesi vardır ama Çocuklar Kalıyor'u görür görmez bu yazarı mutlaka tanımam gerektiğini hissettim. Öyküsüne seçtiği isim daha en başından bana nasıl bir okuma macerasına başlayacağımı anlatıyordu. Ender yaşadığım bir kışkırtmayla baş etmeye çalışıyordum. Bir yandan kitaplığımın artık neredeyse ağırlıktan çökmek üzere olduğunu aklıma getirmemeye çalışırken, öte yandan Alice Munro'nun oldukça alçak gönüllü ama bir o kadar da vaatkar öykülerini merak etmeden duramıyordum. Bir kez daha merak duygum sorumluluk hissime galip geldi ve cuma öğle arasında namaza gidenlerle aynı yönde farklı bir hedefe doğru yola çıktım. En yakın kitapçıda şansımı deneyip kitabı sordum ancak aldığım cevap olumsuzdu. Hayal kırıklığı acıdır ama daha önce yaşanmamış bir duygu değil, üstesinden gelip farklı bir yazarı keşfetmeyi denedim.

O gün bulduğum yazarın hikayesini değil Munro'nunkini anlatmak istiyorum bugün, o yüzden arada geçen zamanı hızlı geçiyorum. O cuma akşamı iş dönüşünde öğlenki ateşim çoktan sönmüş, farklı bir hikayenin peşindeydim. Ancak Munro aklımdan tamamen çıkmış değildi. Halen internetten sipariş verebilirdim ama sorun şuydu ki zamanında elime geçeceğinden emin değildim çünkü ertesi çarşamba yolculuğa çıkacaktım ve üç iş gününde teslimata sık rastlanmıyor. Tutkumu erteleyip tatile çıktım. Arada bir Munro aklıma geliyordu ama yanıma aldığım güvenilir erzakla hevesimi doyuruyordum, başıma geleceklerden habersiz.

Yanlış hatırlamıyorsam Munro'ya olan yıldırım aşkımın 7.gününde acı haberi aldım. Tek kişilik aşkım halka açılmıştı. Onun için çok sevinmiştim, adına gurur duymuştum, hislerimin ne kadar çok insanla paylaşıldığını öğrenmek de güzeldi ama yine de içten içe her kıskanç aşığını hissettiği duyguya kapılmıştım, yeni keşfettiğim dünyayı kimseyle paylaşmak istemiyordum. Hele bu kadar erken! Henüz ben bile neyle karşı karşıya olduğumu bilmiyorken bütün dünya -en azından edebiyat severler- aşkıma saldıracaktı. Olumlu tarafından bakarsak dilimize daha çok Munro çevrileceği kesindi. Muhtemelen önceki çeviriler de tekrar basılacaktı, dolayısıyla kitapçıları bir daha ziyaret ettiğimde olumsuz cevap almam çok zordu artık. Öte yandan yeni filizlenmiş merakım gün geçtikçe artıyordu. Tatile çıktığım şehirde Türkçe ikinci dildi ve etrafta pek Türkçe kitap satan bir yer görünmüyordu. Yine de şansımı deneyip bir kaç kitapçıya sordum, bırakın Türkçe'sini İngilizce'sini bile bulamadım. Arzumun ulaşılmaz oldukça harlandığının farkındaydım. Biraz olsun söner diye internetten iki Munro çevirisi siparişi verdim. Nasıl olsa bayramdan sonra işleme alınacaklardı ve eve döndüğümde ancak kargonun kapıma dayanacağını tahmin ediyordum. Ecnebi kitap evlerini tavaf etmeye devam ettim. Teselli ikramiyelerimin ücretlerini öderken kasada, ellerinde Munro çevirileriyle bekleyen şanslı Almanlara sinir oldum. Haberi duyar duymaz, işleri güçleri yok sanki, soluğu kitapçılarda almışlar, güzelim Munro baskılarını gözüme gözüme sokuyorlardı. Ya sabır çekip aklımı dağıtmak için elimdekileri inceledim.

Öyle ya da böyle tatil bitti, eve döndüm, eşyalarımı kaldırdım, ortalığa çeki düzen verdim, akşam oldu, yemeğimi yedim ve o ana kadar aklıma gelmesine izin vermediğim siparişimi düşündüm. Netten durumuna baktım. Ben uçaktayken kargolanmıştı. Kargo ofisi uyuzluk yapmazsa ertesi sabah elimde olması işten bile değildi. Merakımı dizginleyerek uyumayı becerdim. Sabah kapının zili uyandırdı beni ve heyecanımı gizleyip kapıyı açtım, kargocuya çaktım imzayı, koliyi salonun ortasındaki masanın üzerine koydum. Her zamanki gibi bantını açmak için makas arayıp törpüye razı oldum -nedense törpüler makastan kolay bulunur, mantıklı bir açıklaması olmalı bunun- , kitapları kolisinden yavaşça çıkarıp jelatin kaplarına dokundum. Önceki deneyimlerime göre heyecanla beklediğiniz an önünüze çıktığında yapabileceğiniz en kötü şey sabırsızlığınıza yenilmeniz. Anı mahvetmeniz pek muhtemeldir. Törpünün ucuyla jelatini söktüm ve kitaba hiç zarar vermeden kabını sıyırdım. Artık Munro parmaklarımın ucundaydı. 

Çöle düşenlere bulunduklarında hemen bolca su içmemeleri söylenir, vücudun tepkisi ani ve beklenmedik sonuçlar doğurabilirmiş, aynı durum uzun zaman almış beklemeler için de söz konusu bana sorarsanız. Bir an önce beklediğinizi elde etmeye çalıştığınızda çoğunlukla bünye ters tepki verir. Ya büyük bir hayal kırıklığına uğrarsınız, ya da öyle bir coşkunluğa kapılırsınız ki o an geçtiğinde her şey gözünüze anlamsız görünmeye başlar, sıkıcı bir boşluğa düşersiniz. Ben beklemeyi uzatmayı tercih ederim, bazılarına göre bu da ayrı bir eziyettir, hele o birileri ile ortak bir hayat sürdürüyorsanız.

Çocuklar Kalıyor adlı öykü kitabında 8 öykü var. Öyküler ortalama 35-40 sayfa sürüyor. İlk okumak istediğim öykü kitaba adını verendi ama yayın evinin veya yazarın sıralamasını bozmaya kıyamadım. Saçma bir takıntı olabilir belki ama öyküler arası sıralamanın bile önemi olduğunu düşünür, onlarda alacağım zevkin sırayı bozduğum için azalmasını göze alamam. Ayrıca o öyküye gelene kadar merakımın olgunlaşmasını istedim. Sadece ismini bildiğin bir öyküye duyulan ilgi pek sağlıklı değildir. Yazarını tanıdıkça öykülerle de yakınlaşırsın, onları ne zaman, nasıl okuman gerektiğini anlamaya başlarsın. Elbette yazarını tanımak derken hayat hikayesini öğrenmeyi kast etmiyorum. Onun kelimeleri, cümleleri, karakterleri, mekan duygusu, geçişleri, kısaca bir yazarı yazar yapan her şeyi öğrenmekten bahsediyorum. Onu tanıdıkça öyküleri de tanıdık gelmeye başlar ve evden işe gittiğinde, döndüğünde, yemek yerken, maç izlerken, dişlerini fırçalarken, simit almaya giderken, parkta çocukları izlerken, öykülerdeki karakterleri düşünmeden edemezsin. Sanki bir yakının başına gelmiş gibi üzülürsün başlarına gelenlere, heyecanlarını paylaşırsın. 

Alice Munro belki kitabına verilen isimle tavladı beni ama onu tanıdıkça çok daha fazlası olduğunu keşfettim. Bir yerlerde yazınının güney gotiklerini andırdığını okumuştum, çok yanlış bir değerlendirme değil, özellikle Flannery O'Connor ile yer yer kardeş gibi okunabilirler ama bana Munro daha insancıl geldi. Bahsettiklerini okuyarak insana olan inancınız ne kadar artar bilmem ama bende uyandırdığı duygu, insanlığın güvenilir olmadığını hep bilsek de onları incelemekten, onları soframızı davet etmekten ve nihayet onlardan biri olarak seçimlerimizle, çevremize karşı tepkilerimizle, haklarında düşündüklerimiz ve dışarıya yansıttıklarımızla etkilediğimiz onca karaktere yaptıklarımızla beraber yaşamaktan vazgeçemeyeceğimiz. Belki bu içten gelen beraber yaşama arzusu veya başkasına göre zorunluluğu dünyayı bir arada tutan tek bağdır. Sahip olduğumuz en iyi şey.

Munro okurken ve halen okumaya devam ederken, bilgeliğin sesinin her zaman bir yolunu bulup kendisini arayana ulaşmayı becerebildiğini gördüm. Nerede yaşadığınız ve hangi dili konuştuğunuzun önemi olmaksızın.


Not 1: İlk Munro çevirisi Goa Basım Yayın diye adını bilmediğim bir yayın evinden 2006'da çıkmış. Çok satar romanlara yakışır bir kapak çalışması ve Kaçak adıyla. Bugünlerde yeniden yayına hazırlanıyor. İkinci çeviriyi Can Yayınları basmış, Bazı Kadınlar başlığıyla. Yine İngilizce'sinden farklı bir başlık. Dördüncü çeviri de üçüncüsü gibi Can Yayınları'ndan yeni çıktı, Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik adı altında. 

Not 2: Munro Nobel'i almadan önce sene başında yaptığı bir açıklamayla yazmayı bıraktığını açıklamıştı. Kolay değil, önümüzdeki temmuz ayında 83'ünü bitirecek ama bana kalırsa yakın zamanda olmasa bile yeni bir Munro öyküsü mutlaka okuyacağız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder