kim?

yaşamayanbilir

25 Eylül 2011 Pazar

Ertesi Gün.



Saatine son baktığında uyanık mıydı, anımsayamıyordu. Görmüş olduğu zaman ölçüsü hayal miydi, gerçek mi, bilmiyordu. Hava yeni aydınlanmış gibiydi, kalkıp, üzerini giymeden, salona fırladı. Telefonundan nete girdi, site açılmadı, aklına geceden açık bıraktığı bilgisayarı geldi ve oradan istediği web sitesine girdi. Yeni haber yok. Gecenin ikisinden sabahın yedisine her şey aynı. Banyoda aynanın karşısında bir an hiçbir şey yapmak istemedi, ne fırçalamak dişlerini, ne yıkamak ellerini, ıslatmak yüzünü, ne de beklemek geçmesini sabah ereksiyonunun. O anı atlattıktan sonra gerisi geldi, kendini bir anda, sanki bir başkası tarafından hazırlanmış gibi apartman kapısından sokağa çıkarken buldu.

Dışarısı sessiz ve umursamazdı. Yerler kupkuruydu, oysa gece yağdığına yemin edebilirdi. Sokak köpekleri yarı uyanık, yoldan uzak, kaldırıma yakın yerlerde günü karşılıyorlardı. Tek tük insan kendisiyle beraber caddeye doğru yürüyordu. Tren yolunun altındaki çiş kokulu geçitten geçerken takip ediliyor hissine kapıldı. Birileri içinden geçirdiği tehlikeli niyetleri anlamış kendisini takip altına almaya karar vermişti sanki. Adımlarını hızlandırdı, arkasına bakmadan caddeye çıktı, ilk gelen dolmuşa elini salladı, gördüğü boşluğa çöktü, kulaklarındaki uyumun dünyayla arasına bir perde çekmesine izin verdi. Mabedin önünden geçerken içi acıdı, bakmamaya çalıştı, dünden kalan sıkıntı boğazına kadar geldi, seslenmek istedi çıksın diye içinden, sesi çıkmadı, yutkundu. İneceği yere geldiğinde, az kalsın inmeyi unutacaktı son anda fark etti, kapanmadan kapı atladı dolmuştan. O hız metrobüse kadar götürdü, kalabalık sıkıcıydı, aynı ifadeli faklı yüzlerle dolu metrobüs birden daraldı, küçücük oldu, içindekilere yetmez oldu. Ezbere yaptığı mücadele sonucu kaptığı yerde gözlerini kapattı. Karanlığın içinde, kulaklarındaki sakin seslerle beraber nerede olduğunu unutur sandı ama unutamadı. Gözlerini açtı. Sanki herkes gülüyordu suratına. Bir sene boyunca yaşadığı heyecan ve sene sonundaki gururun boşa çıkarılmasının herkes farkındaydı. Yanında oturanın gazetesine takıldı gözü, içinden parçalayıp yedirmek geldi kağıt parçasını yol arkadaşına. Onun yerine tekrar gözünü kapattı ve güzel şeyler düşünmeye çalıştı, Antep maçı, kasımın başı, öğleden sonra geri dönüşü, martta Flamenko gecesi, biraz rahatladı ama tüm güne yeter miydi, bilmiyordu.
Metrobüsten indiğinde temiz hava gözlerini yaşarttı. Üst geçide çıkıp yolun karşı tarafına geçti. Toprak yolda yürürken sakinleşmiş, kendisine eşlik eden ve karşıdan gelen insanların yüzünde anlam bile bulmaya başlamıştı. Kahvaltısını satın aldı, satıcıya teşekkür etti, işyerine geldi, kartını okuttu, asansörü beklerken kapıcıyı selamladı, asansörde iş arkadaşlarının hatırını sordu, yerine geçti ve bilgisayarının açma düğmesine bastı. Ekranda görüntü belirmeye başlaşmışken kahvaltısını hazırlıyordu. Gidip makineden çayını aldı ve yerine döndü. Döndüğünde bilgisayarı açılmıştı. Maillerini açtı öncelikle ve özellikle nete girmedi. Canı istemiyordu. Bu sırada yandaki oda arkadaşının radyosundan cızıltıyla karışık spor haberlerinin sesi geliyordu. Defalarca dinlediği beylik metinler tekrarlanıyordu radyoda. DJ’in sesi sevinçli gibi geldi kendisine. Sanki müjde veriyordu. Oda arkadaşı özellikle haberleri açmış olabilirdi belki de. Kendisiyle selamlaşmanın dışında bir muhabbeti yoktu ama başkalarıyla konuşmalarına kulak misafiri olduğundan tuttuğu takımı biliyordu ve onu kızdırmak istemiş olabilirdi. Belki de sadece merak etmişti yeni atılacak yalanları.

Biraz işe verdi kendini. Bekleyen birkaç postaya cevap verdi, bir iki dosya hazırladı, birini arayıp azarladı işi yetiştiremediği için, can sıkıcı sistem işleriyle uğraştı bir süre. Derken bir arkadaşı geldi geçmiş olsuna, nedense onun da samimiyetinden şüphe ediyordu. Takımı soruşturma kapsamına alınana kadar pek dalgacı görünen bu zat, kendi takımı da suçlanınca bir anda tepkici olmuştu. Beraber küfrettiler karar vericilere. Tekrarladılar gerçek olduğunu inandıkları teorilerinin. Çıkmayan sesini ona çıkardı, sanki oymuş gibi suçlu olan bağırıp çağırdı, isyan etti suratına karşı. Arkadaşı sıkılana dek sürdü bu tiyatro ve sonra yine işine döndü. Artık iş yapmak da istemiyordu. İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Bilinçsizce masaüstündeki browser kısayolunun üzerine gitti parmaklarıyla yönettiği mouse imleci. Arama çubuğuna son bir buçuk aydır sürekli girdiği spor haberleri web sitesinin adresini yazdı ve çıkan haberleri okumaya başladı. Daha çok canı sıkıldı, başka bir site, orası daha beter, yeni bir site bu seferki taraflı, ortak duygulara sahip insanların varlığını görme ve nihayet en sevdiği taraftar blogu; yazılı isyana yorumlarıyla katılım. Biraz daha rahatlamıştı içi. Kendini gelecek kötü haberlere daha dayanıklı hissediyordu artık.

Günü böyle bitirdi. Biraz iş, çokça haber ve yorum okuyarak. Facebook’a bile girdi. Bazı facebook arkadaşlarının takılmalarından rahatsız oldu, bazılarının da duvar paylaşımlarından. İçlerinden en fanatiklerini arkadaşlıktan çıkardı. Yasın ikinci aşamasındaydı. Ne zaman biteceğini bilmiyordu. Mesai sonu geldiğinde, hazırlanıp odasını kapattı, ışıkları söndürdü, özellikle herkesin gitmesini beklemişti binadan ayrılmak için, ne servis önü geyiklerine, ne iş sonu mesajlarına katlanamazdı çünkü. Kartını okutup odasını anahtarını teslim ettiğinde kapıcıya beklemediği bir ikram ile karşılaştı. Geleneksel ramazan paketi onun için de ayrılmış, izinden dönmesi beklenmiş, şimdi de kapıda onu bekliyordu götürmesi için eve. Paketle metrobüse binemezdi. Ağır koliyi kucaklayıp elinde üst caddeye kadar taşıdı. Bir taksi şoförünün paket ile ilgili komik olmayan esprisine gülümseyerek cevap verdi. Caddeyi elinde paket ile geçti ve dolmuş durağına yetişti. Henüz ortalıkta dolmuş yoktu. Kendi gibi mesaisi bitenler dolmuş bekliyordu sırada. Sıraya girdi. Her şey önceki günler gibiydi, trafik, dükkanlar, çocuklar, belediye otobüsleri, caddede koşturanlar, yavaş yavaş çöken akşam karanlığı, hiçbiri değişmemişti. Ama bugün ertesi gündü. Dün değildi. Dün çok uzakta kalmıştı, bugün yepyeni bir gündü ve yeni bir dönemin başlangıcı olmalıydı.

Dolmuşun şoförü geldi, binecekleri dolmuşu getirdi, sıradakiler doluştular, en arkaya geçti o da, paketi koltuğun altına sıkıştırıp ayaklarıyla da paketin önünü kapattı. Halen üç kişi bekliyordu şoför hareket etmek için. Yolu izledi o da, yürüyenleri, kurtulmak istiyordu hepsinden, eve gitmek, televizyonu açmak ve her şeyin bir hata olduğunun açıklanmasını duymak istiyordu. Özür dilemezlerse bile razıydı, yanlışlarının farkına varmış olduklarını itiraf etmeleri yeterliydi. Bir yanlış değerlendirme olmuş diyeceklerdi, savunmasız ceza vermemeliydik, bilemedik, hata yaptık, herkes yapar diye ekleyeceklerdi, kıyamet kopacaktı belki ama adalet yerini bulacaktı yine de. Çivisi çıkmış bir dünyada halen adalet beklemek ne derece doğruydu bilmiyordu ama uğradığı haksızlık canını yakıyordu, bir yakını öldürülmüş ve herkes sanki cinayet işlenmemiş gibi davranıyordu. Masumların cezalandırıldığı bir dünyada neye inanabilirdi ki, işte çok sevdiği ülkesi kimseyi dinlemeden mahkum etmişti sevdiğini ve hakkını savunması bir suçtu artık. Bundan sonra hangi yüzle, hangi sebeple yaşayacağını bilemiyordu.

Sonunda dolmuş doldu, trafiğin içinden sadece şoförünün biildiği yolları kullanarak kendi yolunu buldu. Tüm kalabalıkla beraber karşıya geçiyordu. Karşı kıtada kendisini bekleyen sessizlikti. Dolmuştan indiğinde her zaman vınlayarak caddeden geçen arabalar bile heveslerini kaybetmişti sanki. Elinde koli ile caddenin karşısına geçti süklüm püklüm. Sabah takmayı akıl edemediği kemeri pantolonu üzerinden düşerken zaruri bir ihtiyaç haline gelmişti. Girdiği ara sokağın başında elleri kayganlaşmaya başlamıştı. Giderek ağırlaşan paketi son enerjisiyle taşımaya devam ediyordu. Sokağın ortasına geldiğinde karşılıklı iki apartmanın balkonlarından tutturulmuş ipe asılı pankartı gördü. “Alex, senin için dünyaları yıkarız.” Şampiyonluk kutlamasından mı kalmıştı, dün mü asmışlardı bilmiyordu. Pankarttaki Alex’in coşkusu, yazının samimiyeti, anın zamanlaması dokunmuştu ona. Paketi bırakıp üzerine çöktü kaldı. Kafasını ellerinin arasına alıp yere bakarak sessizce ağladı. Kimse için dünyaları yıkamazdı, biliyordu. Ramazan paketine muhtaç bir zavallıydı. Hayatta en sevdiği varlığını elinden alanlara karşı yapabildiği tek şey küfretmekti içinden.

Paketi tekrar kucakladığında bir güç gelmişti kendisine, zorlanmadan eve kadar götürdü bir çırpıda. Eve girmedi, kapıya bırakıp paketi tekrar sokağa döndü, atm’ye uğradı, kirayı yatırdı, kalan parasıyla mabedin altındaki mağazaya gidip oğluna sürekli söz verip hiçbir zaman alamadığı takımının yeni sezon formasından bir oğluna bir kendisine, hem de replikasını falan değil, orijinalini satın aldı.

Evine dönerken, kısması gereken masraflardan çok oğlunun suratında göreceği sevinci düşünüyordu. O sevinç ki yıllar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılacak ve ne yaparlarsa yapsın hiç bitmeyecekti. İşte bunu çok iyi biliyordu.

1 yorum:

  1. blogunu açıp basri dilimli'yi görünce bi huzur kapladı içimi..

    sevdamıza kimse engel olamaz..

    YanıtlaSil