kim?

yaşamayanbilir

7 Eylül 2011 Çarşamba

DELİ DUMRUL, VELİ KORKUT

Masal okumayı da anlatmayı da çok severim. Masalların kültürlerin önemli bir parçası olduğuna inanırım. Her masal anlattığından çok daha fazlasını gizler. Her okur da kendince bir sır bulabilir masalların içinde. Hangi yaşta olursa olsun. Deli Dumrul destanı da pek sevdiğim masallardan biridir. Sadece kendini sevdirmekle kalmamış kafamda birçok soru işareti doğurmayı da başarmıştır. İşte bu yazı bazılarını cevaplama iddiası taşımaktadır. Destanın özgün metnine dokunmadan arada araya girerek kendi cevaplarımı paylaşacağım. Kim isterse onla.

Şimdi masal zamanı.

Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Destanı

Meğer hanım, Oğuz’da Duha Koca oğlu Deli Dumrul derlerdi bir er var idi. Bir kuru çayın üzerine bir köprü yaptırmıştı. Geçeninden otuz üç akçe alırdı, geçmeyeninden döve döve kırk akçe alırdı. Bunu niçin böyle ederdi? Onun için ki benden deli, benden güçlü er var mıdır ki çıksın benimle savaşsın der iki, benim erliğim, bahadırlığım, kahramanlığım, yiğitliğim Ruma, Şama gitsin, ün salsın der idi.

[Daha ilk paragrafta karşımıza bir dikta çıkıyor. Diktanın tebaasına davranışı otoriter devletlerin uygulamalarına paralel. Köprüyü yaptırdığı için o köprü üzerinde hak iddia eden ve doğanın bir engelini kendine kazanç kapısı haline getiren bir anlayış. Bunu kabul etmeyeni de cezalandırmayı, şiddeti kendine hak gören bir zorbalık. Sebep olarak da zorbalığının sınırını göstermektedir. Herhangi mantıklı bir açıklama yerine gücünü ortaya koymakta ve gücü yetene meydan okumaktadır. Aklın yerine güç konmuştur.]


Meğer bir gün köprüsünün yanında bir bölük oba konmuştu. O obada bir iyi güzel yiğit hasta düşmüştü. Allah’ın emriyle o yiğit öldü. Kimi oğul diye, kimi kardeş diye ağladı. O yiğit üzerine dehşetli kara feryat koptu.

Ansızın Deli Dumrul dört nala yetişti. Der: Bre kavatlar, ne ağlıyorsunuz, benim köprümün yanında bu gürültü nedir, niye feryat ediyorsunuz dedi. Dediler: Hanım, bir güzel yiğidimiz öldü, ona ağlıyoruz dediler.

Deli Dumrul der: Bre yiğidinizi kim öldürdü? Dediler: Vallah bey yiğit, Allah Taala’dan buyruk oldu, al kanatlı Azrail o yiğidin canını aldı. Deli Dumrul der: Bre, Azrail dediğiniz ne kişidir ki adamın canını alıyor, ya kadir Allah, birliğin varlığın hakkı için Azrail’i benim gözüme göster, savaşayım, çekişeyim, mücadele edeyim, güzel yiğidin canını kurtarayım, bir daha güzel yiğidin canını almasın dedi. Çekildi döndü Deli Dumrul evine geldi.

Hakkı Teala’ya Dumrul’un sözü hoş gelmedi. Bak bak, bre deli kavat benim birliğimi tanımıyor, birliğime şükür kılmıyor, benim ulu dergahımda gezsin benlik eylesin dedi. Azrail’e buyruk eyledi kim ya Azrail, var ve o deli kavatın gözüne görün, benzini sarart, dedi, canını hırıldat al dedi.

[Zorba tanrıya iman etmektedir ancak meleklerinden habersizdir. Ölüme isyan ederek bir yandan da imanının sınırını göstermektedir. Çünkü ölüm gücünün sonudur. O da kendisine karşı bir meydan okumadır. Deliliği, asiliği imanının önüne geçmiştir ve tanrıdan bir fırsat dilemiştir. Ancak akıldan yoksun olduğu için fırsat dilediğinin aynı zamanda rakibi olduğunun farkında değildir. Yine otoriter devlet benzetmesini kullanırsak, bir yandan dini kullanan otorite, bir yandan da vatandaşları gözünde neredeyse tanrı seviyesinde bir gücün peşindedir. Zamanında tanrıya meydan okuyan krallar gibi otoriteler de dinden bağımsız bir güç olma yolunda engel tanımamaktadırlar. Ancak adalet/tanrı hep vardır (masalların vurgusu bu) ve eninde sonunda dikta cezasını bulacaktır.]

Deli Dumrul kırk yiğit ile yiyip içip otururken ansızın Azrail çıka geldi. Azrail’i ne çavuş gördü ne kapıcı. Deli Dumrul’un görür gözü görmez oldu, tutar elleri tutmaz oldu. Dünya alem Deli Dumrul’un gözüne karanlık oldu. Çağırıp Deli Dumrul söyler, görelim hanım ne söyler:
Der:
Bre ne heybetli ihtiyarım
Kapıcılar seni görmedi
Çavuşlar seni duymadı
Benim görür gözlerim görmez oldu
Tutar benim ellerim tutmaz oldu
Titredi benim canım cuşa geldi
Altın kadehim elimden vere düştü
Ağzımın içi buz gibi
Kemiklerim tuz gibi oldu
Bre sakalcığı akça ihtiyar
Gözceğizi fersiz ihtiyar
Bre ne heybetli ihtiyarsın söyle bana
Kazam belam dokunur bugün sana
dedi.

Böyle diyince Azrail’in hiddeti tuttu, der:

Bre deli kavat
Gözümün fersiz olduğunu ne beğenmiyorsun
Gözü güzel kızların gelinlerin canım çok almışım
Sakalımın ağardığını ne beğenmiyorsun
Ak sakallı kara sakallı yiğitlerin canım çok almışım
Sakalımın ağarmasının manası budur dedi. Bre deli kavaf övünüyordun: Al kanatlı Azrail benim elime geçse, öldüreydim, güzel yiğidin canını onun elinden kurtaraydım diyordun, şimdi bre deli geldim ki senin canını alayım, verir misin yoksa benimle cenk eder misin dedi.

Deli Dumrul der: Bre, al kanatlı Azrail sen misin dedi. Evet benim dedi. Bu güzel yiğitlerin canını sen mi alıyorsun dedi. Evet, ben alıyorum dedi. Bre Azrail, ben seni geniş yerde istiyordum, dar yerde iyi elime girdin değil mi dedi. Ben seni öldüreyim, güzel yiğidin canını kurtarayım dedi.

Kara kılıcını sıyırdı eline aldı. Azrail’e çalmağa hamle kıldı. Azrail bir güvercin oldu. pencereden uçtu gitti. İnsan oğlunun ejderhası Deli Dumrul elini eline çaldı, kah kah güldü. Der: Yiğitlerim Azrail’in gözünü öyle korkuttum ki geniş kapıyı bıraktı dar bacadan kaçtı, mademki benim elimden güvercin gibi kuş oldu uçtu, bre ben onu bırakır mıyım doğana aldırmayınca dedi.

[Sonunda otorite ile kutsal güç karşı karşıya gelir. Otorite bir anda kendisini güçlü kılan her şeyden mahrum kalır. Buna rağmen kibri hemen bitmez. O kadar kördür ki yendiğine inanır ve mağlubun peşine düşer. Gücün ne kadar körleştirdiği örneklenmektedir. Başka bir okumayla deli dumrulu isyankar olarak nitelendirirsek, isyanın tüm imkansızlıklara rağmen mücadeleye devam ettiğinin de simgelendiğini iddia edebiliriz. Masalın sonlarına doğru dumrulun bu deliliği cesaretine de bir işaret olacak. Okur/dinleyenlerin gözünde dumrulun deli cesaretine sahip bir imgesi yaratılmaktadır.]

Kalktı atma bindi, doğanını eline aldı, ardına düştü. Bir iki güvercin öldürdü. Döndü, evine gelirken Azrail atının gözüne göründü. At ürktü. Deli Dumrul’u kaldırdı yere vurdu. Kara başı bunaldı, darda kaldı. Ak göğsünün üzerine Azrail basıp kondu. Demin mırıldanıyordu, şimdi hırıldanmağa başladı.
Der:
Bre Azrail aman
Tanrının birliğine yoktur güman
Ben seni böyle bilmezdim
Hırsız gibi can aldığını duymazdım
Tepesi büyük büyük bizim dağlarımız olur
O dağlarımızda bağlarımız olur
O bağların kara salkımlı üzümü olur
O üzümü sıkarlar al şarabı olur
O şaraptan içen sarhoş olur
Şaraplıydım duymadım
Ne söyledim bilmedim
Beylikten usanmadım yiğitliğe doymadım
Canımı alma Azrail medet
dedi. Azrail der: Bre deli kavat bana ne yalvarıyorsun. Allah Teala’ya yalvar, benim de elimde ne var, ben de bir emir kuluyum dedi. Deli Dumrul der: Peki ya can veren can alan Allah Teala mıdır? Evet odur dedi. Döndü Azrail’e, peki ya sen ne eylemekli belasın, sen aradan çık, ben Allah Teala ile haberleşeyim dedi.
Deli Dumrul burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Nice cahiller seni gökte arar yerde ister
Sen bizzat müminlerin gönlündesin
Daim duran cebbar Tanrı
Baki kalan settar Tanrı
Benim canımı alacaksan sen al
Azraile almağa bırakma
dedi. Allah Teala’ya Deli Dumrul’un burada sözü hoş geldi. Azrail’e nida eyledi ki madem deli kavat benim birliğimi bildi, birliğime şükür kıldı, ya Azrail,Deli Dumrul can yerine can bulsun, onun canı azat olsun der.
Azrail der: Bre Deli Dumrul Allah Taala’ nın emri böyle oldu ki Deli Dumrul canı yerine can bulsun, onun canı azat olsun dedi.
Deli Dumrul der: Ben nasıl can bulayım, yalnız, bir ihtiyar babam, bir ihtiyar anam var, gel gelelim. ikisinden biri belki canını verir, al, benim canımı bırak dedi.

[Asi’nin burnu sürtülür, yere serilir. Azrail hiç kavga etmeden, dumrulun imkanlarını boşa çıkarak onu mağlup etmiştir. Adil bir dövüş değildir ortadaki. Dövüş bile değildir. Bir ders vermedir. Dumrul kendi kendine, nefsine mağlup olmuştur. İsyan kendi içindeki mağrurluğuna, kural tanımazlığına yenilmiştir. Otorite, tek gerçek gücün karşısında eğilmiştir, aman dilemektedir. Dumrul’un buradaki uzlaşmacı tavrı kendisini isyankar olmaktan alıkoyar, o sadece kapasitesi belli bir kaba kuvvettir. Gücü tükenmiş ve hemen kendisini yenenin safına geçmiştir. Artık ölüme isyan etmemektedir. Ölümün kendisinden çok kendi sonu umurundadır. Asli güç egosunun okşanmasından zevk alır. Konumu gereği, kaba kuvvetine manevi bir güç katma amacıyla mağluba bir şans daha verir. Böylece hem onun isyanını bitirdiğini kesinleştirecek, hem de ölümlü kuvveti kendi yanına çekerek şöhretini artıracaktır. Dumrul hem akılsızdır, hem de ilkesiz. Durumun farkında değildir, farkında olsa bile karşı geleceği beklenmez. Kendi canı uğruna can dilenmesine çıkar]

Deli Dumrul sürdü babasının yanına geldi.
Babasının elini öpüp söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :
Ak sakallı aziz izzetli canım baba
Biliyor musun neler oldu
Küfür söz söyledim
Hak Teala’ya hoş gelmedi
Gök üzerinde al kanatlı Azrail’e emreyledi
Uçup geldi
Benim akça göğsümü bastırıp kondu
Hırıldatıp tatlı canımı alır oldu
Baba senden can dilerim verir misin
Yoksa oğul Deli Dumrul diye ağlar mısın
Babası der:
Oğul oğul ay oğul
Canımın parçası oğul
Doğduğunda dokuz erkek deve kestiğim aslan oğul
Penceresi altın otağımın kabzası oğul
Kaza benzer kızımın gelinimin çiçeği oğul
Karşı yatan kara dağım gerek ise
Söyle gelsin Azrailin yaylası olsun
Soğuk soğuk pınarlarım gerek ise
Ona içme olsun
Tavla tavla koç atlarım gerek ise
Ona binek olsun
Katar katar develerim gerek ise
Ona yük taşıyıcı olsun
Ağıllarda akça koyunum gerek ise
Kara mutfak altında onun şöleni olsun
Altın gümüş para gerek ise
Ona harçlık olsun
Dünya tatlı can aziz
Canımı kıyamam belli bil
Benden aziz benden sevgili anandır
Oğul anana var
dedi.

Deli Dumrul babasından yüz bulmayıp sürdü anasına geldi. Der:
Ana biliyor musun neler oldu
Gök yüzünden al kanatlı Azrail uçup geldi
Benim akça göğsümü bastırıp kondu
Hırıldatıp canımı alır oldu
Babamdan can diledim ana vermedi
Senden can dilerim ana
Canını bana verir misin
Yoksa oğul Deli Dumrul diye ağlar mısın
Acı tırnak ak yüzüne çalar mısın
Kargı gibi kara saçını yolar mısın ana
dedi. Anası burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş : Anası der:
Oğul oğul ay oğul
Dokuz ay dar karnımda taşıdığım oğul
On ay diyince dünya yüzüne getirdiğim oğul1
Dolma beşiklerle belediğim oğul
Dolu dolu ak sütümü emzirdiğim oğul
Akça burçlu hisarlarda tutulaydın oğul
Pis dinli kafir elinde esir olaydın oğul
Altın akçe gücüne dayanarak seni kurtaraydım oğul
Yaman yere varmışsın varamam
Dünya tatlı can aziz
Canımı kıyamam belli bil
dedi, anası da canını vermedi.

Böyle diyince Azrail geldi Deli Dumrul’un canını almağa. Deli Dumrul der:
Bre Azrail aman
Tanrının birliğine yoktur güman
Azrail der: Bre deli kavat daha ne aman diliyorsun, ak sakallı babanın yanına vardın can vermedi, ak bürçekli ananın yanına vardın can vermedi, daha kim verecek dedi.

Deli Dumrul der: Hasretlim vardır, buluşayım dedi. Azrail der: Bre deli hasretlin kimdir? Der: El kızı helallim var, ondan benim iki oğlancığım var, emanetim var, ısmarlayacağım onlara, ondan sonra benim canımı alasın dedi.

[Masal bu bölümden sonra bir zorbanın değil de bir mazlumun hikayesini anlatır tona bürünür. Okur/dinleyende otoriteye karşı bir sempati oluşturmaya çalışır. Başına gelecekleri hak etmiş güç tövbekar olarak kabul edilebilir mi? Benim çok ilginç bulduğum bir şekilde gücün kutsadığı aile bağları bu bölümde zarar görmektedir. Anne-baba beklenmedik bir şekilde bencillik yaparlar. Oysa kendilerinden istenen çok acımasız bir taleptir. Haklı bir sebebe dayanmadan can verilmesi istenmektedir ve ne annenin ne de babanın reddinde Dumrul’un suçunun altı çizilmez. Okur/dinleyenin kendini onlar yerine koyup böyle bir durumda ne yapmaları gerektiğini düşünmeleri amaçlanır. Sonda ise buna cevap da verilir zaten.]

Sürdü helallisinin yanına geldi, der:
Biliyor musun neler oldu
Gök yüzünden al kanatlı Azrail uçup geldi.
Benim beyaz göğsümü bastırıp kondu
Benim tatlı canımı alır oldu
Babama ver dedim can vermedi
Anama vardım can vermedi
Dünya şirin can tatlı dediler
Şimdi
Yüksek yüksek kara dağlarım sana yaylak olsun
Soğuk soğuk sularım sana içme olsun
Tavla tavla -koç -atlarım ‘sana binek olsun
Penceresi altın otağım sana gölge olsun
Katar katar develerim sana yük taşıyıcı olsun
Ağıllarda beyaz koyunum sana şölen olsun
Gözün kimi tutarsa
Gönlün kimi severse
Sen ona var
iki oğlancığı öksüz koyma
dedi. Kadın burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Ne diyorsun ne söylüyorsun
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Koç yiğidim şah yiğidim
Tatlı damak verip öpüştüğüm
Bir yastıkta baş koyup emiştiğim
Karşı yatan kara dağları
Senden sonra ben neylerim
Yaylar olsam benim mezarım olsun
Soğuk soğuk sularını
içer olsam benim kanım olsun
Altın akçeni harcar olsam benim kefenim olsun
Tavla tavla koç atını
Biner olsam benim tabutum olsun
Senden sonra bir yiğidi
Sevip varsam beraber yatsam
Alaca yılan olup beni soksun
Senin o namert anan baban
Bir canda ne var ki sana kıyamamışlar
Arş şahit olsun sekizinci kat gök şahit olsun
Yer şahit olsun gök şahit olsun
Kadir Tanrı şahit olsun
Benim canım senin canına kurban olsun
dedi, razı oldu.
Azrail hatunun canını almağa geldi, insanoğlunun ejderhası eşine kıyamadı. Allah Teâlâ’ya burada yalvarmış, görelim nasıl yalvarmış:
Der:
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Çok cahiller seni gökte arar yerde ister
Sen bizzat müminlerin gönlündesin
Daim duran cebbar Tanrı
Ulu yollar üzerine
İmaretler yapayım senin için
Aç görsem donatayım senin için
Alırsan ikimizin canını beraber al
Bırakırsan ikimizin canını beraber bırak
Keremi çok kadir Tanrı
dedi.

Hak Teala’ya Deli Dumrul’un sözü hoş geldi. Azrail’e emreyledi: Deli Dumrul’un babasının anasının canını al, o iki helalliye yüz kırk yıl ömür verdim dedi. Azrail de babasının anasının derhal canını aldı. Deli Dumrul yüz kırk yıl daha eşi ile ömür sürdü.

Dedem Korkut gelip destan söyledi deyiş dedi. Bu destan Deli Dumrul’un olsun, benden sonra alp ozanlar söylesin, alnı açık cömert erenler dinlesin dedi.
Dua edeyim hanım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli koca ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Kadir Tanrı seni namerde muhtaç etmesin. Ak alnında beş kelime dua kıldık, olsun kabul. Derlesin toplasın günahınızı adı güzel Muhammed’e bağışlasın hanım hey!….

[Masalın sonu epiktir. Güç budalası otorite bir anda sevgilisi uğruna can verebilecek bir aşk budalasına dönüşmüştür. O ana kadar hiç bahsedilmeyen ailenin varlığı otoritenin önceki zalimliklerini tamamen unutturur, yavuklunun fedası göz yaşartıcıdır ve otoritenin tüm gücünden vazgeçmeyi sevgilisi uğruna kabulü çelişkilidir. Hiç de o konulara girmesi beklenmeyen masal bir anda aşkı kutsamaktadır ve okurun/dinleyenin aklına dehşet bir soru bırakır, koşulsuz, sualsiz sevdiğin için ölüm kabul edilebilir mi? Ölüme isyanla başlayan hareket sevdiğinle beraber ölmeyi kabullenmeye dönüşmüştür. Bu çok ilginçtir, çünkü öte dünya yokmuş gibi yaşayan bir zalim nasıl bir anda sevdiğiyle beraber ölümü böylece öte dünyada birliği kabul edebilir? Kendi adıma bu noktayı bir masal çelişkisinden çok ciddi bir soru olarak kabul ediyorum ve tekrar soruyorum, hiçbir manevi güce inanmayan biri, dünyevi zevkler için yaşarken ve sevdiğini de elde etmiş onla bir ömrü tüketme yolunda iken, sırf onun yokluğunu kabullenmemek adına ölümü tercih edebilir mi? Önce masalı bitirelim sonra soruya tekrar döneceğiz. Masalın sonu yarı mutlu yarı zalimcedir. Dumrul’un fedakarlığı(o da sevgilisine gösterdiği yalnızca) ödüllendirilmiştir asli güç tarafından ve yine bu gücün adaletine göre bencil anne-baba cezalandırılmıştır. Böylece bana göre masalın en masum karakterleri göstermedikleri yüce gönüllükten dolayı ölüme mahkum edilmiştir. Garip olan bu son oldukça kabul görmüştür ve anne baba olmanın her şeyden önce, kendi canlarından çok çocuklarının canına değer vermek olduğu algısı yaratılmıştır, masalın anlatıldığı yerlerde. Peki ölüm bu derece kıymetli iken neden bu zevkten dumrul ve sevgilisi mahrum bırakılmıştır? Anne baba için neredeyse kabul edilmesi zorunlu bir durum olan ölüm birbirine aşık çifte layık görülmemiştir. Belki de aslolan ölümü kabul etmektir. Ölümü kabul ettiğimizde yaşamaya da hak kazanıyoruz gibi bir anlam da çıkarılabilir sondan. Hem de diğerlerinden oldukça uzun bir yaşam. Ancak masalda söylenmese de tahmin ediyoruz ki bu yaşamın isyandan arınmış olması şarttır. Ölümü, kaderi, imanı, asli gücü tanıyarak, onların karşısında secde ederek geçirilen 140 yıldan fazla bir ömür. Bir Dede Korkut masalından farklı bir mesaj beklenmezdi zaten diye söylenebilir ancak yine de masalın gizli anlamlar da taşıyabileceğini düşünüyorum. Özellikle sonda namerde muhtaç etmesin dileği çok manidar. Namert ibaresiyle kast edilen anne-baba ise ciddi bir aile kurumu sorgulamasına girer bu ve arada sorduğum soruya getirir bizi, kimin için kim canını feda edebilir?]


Dumrul’un yerinde olsaydık kime giderdik? Anne-baba, hele anne teklifi ilk kabul edeceklerden biri olarak görünüyor. Genel kabul görmüş bir düşünceye göre anne çocuğunu kendinden bir parça olarak görür ve onun yaşamını kendi yaşamının devamı olarak hisseder. Ölümü kendi ölümüdür ve özellikle çocuğu henüz bir bebekken kendi yaşamını memnuniyetle feda eder. Bazı babalardan ise tehlikeli doğumlarda korkunç bir seçim yapmaları istenir ve özellikle doktorların tavsiyesi annenin tercih edilmesidir. Ne de olsa yeni doğanın henüz bir yaşamı yoktur ve sıfıra yakın bir yaşamın fedası daha az vicdan azabı doğurur. Üstelik sağ bir annenin her zaman başka bir çocuk yapma ihtimali mevcuttur. Ancak bu önerme yine de babayı katil yapmaktan geri koymaz bence. En başından bilse de bilmese de çocuk yapmaya karar verdiği anda katil olmuştur. Tehlikeli doğumda herhangi bir mesuliyeti olmasa da bir tercih yaparak tarafını seçmiş, ölüme sebebiyet vermiştir. Kurtarılan anneden başkasının böyle bir tercih yapma hakkı olmamalıdır kanımca ve emin olmasam da günümüz dünyasında böyle durumlar için annelere önceden bir form imzalatıldığını sanıyorum.

Peki anne olsanız kimi tercih ederdiniz? Kendinizi mi, çocuğunuzu mu? Dumrul’un annesi kendisini seçmiştir ve bu seçimi doğuma girmeden önce yapsaydı pek ayıplanmayacaktı. Ne zaman ki ölüme en yakın olduğu zamanda yaptı, işte o zaman bencillikle suçlandı ve cezalandırıldı. Ne zaman ölüneceğini kimsenin bilmediği bir dünyada yaşlıların istatistiksel olarak doğru olsa da yaşamlarının sonunda olduğu düşüncesi ve kalan kısa ömürlerinin çocuklarının uzun ömürlerine kıyasla daha değersiz olduğu yargısı beni ürkütüyor. Korkarım bu açgözlülükten gözü dönmüş bir şekilde 140 artı yıl ömür beklentisi güçsüzlerin yok edildiği, teokratik rejimlerle yönetilen, vahşi bir geleceğin yapıtaşlarından biri olacak.

Sorumuza dönersek siz kimi tercih ederdiniz? Hayatımızda kendi canını bizimkine feda edebilecek biri var mı? Olmalı mı? Çok kardeşli ailelerden, tek çocuklu çekirdek aileye, oradan çocuksuz eşcinsel çiftlerden oluşan aileye veya sperm bankasından peydahladığı çocuğuyla iki kişilik babasız ailelere kadar geldik. Bir artı bir stüdyo dairede yaşayacak hale geldi çekirdek aile. Bu kompaktlığın yarattığı yalnızlık duygusunu da çeşitli araçlarla geçirmesini de biliyoruz ancak ne zaman ki Dumrul’unki gibi bir tercih yapmaya sıra geldiğinde kaçınılmaz soru salonun ortasına çöküyor; benim için kim ölmeyi kabul eder? Mesele ölmek değil, mesele ölmeyi isteyecek kadar sevmek. Kendi yaşamından vazgeçecek kadar bağlanmak. Onun hayatını kendisinki ile bir tutmak ve varlığının sona ermesini kendisi için de bir son olarak görmek. İlişkilerin böyle bir bağlılık içerdiği günler çok gerilerde kaldı, masalların bile ötesinde ama bu imkansız dileğin halen hikayelerde ve günümüz masallarında işlenmesine ne denmeli? Sanki herkes bu dileğin gerçekleşmesini fakat gece yarısı saat on ikiyi vurduğunda at arabasının bal kabağına dönüşmemesini istiyor. Birinin kendi hayatını senin için feda etmesini ondan istemek büyük bir zalimlik değil midir? Bunun cinayetten farkı nedir? Diyelim ki bu dilek kabul edildi ve benim için kendini öldürdü, peki nasıl bir yaşam bekleyecek beni? Minnet dolu mu, yoksa anısına saygı olarak ölüm yıldönümlerinde saygıyla andığım, kendi taleplerim çerçevesinde devam eden yeni bir hayat mı? Birinden bizi ölesiye sevmesini beklerken acaba ölümsüzlük peşinde miyiz? Başkalarının cesetlerine basarak ulaştığımız bir ölümsüzlük. Ya da birisi için canımızı vermeye hazır olduğumuzda ödül beklentisi içinde miyiz? 140 artı yıl mı beklediğimiz, ya da sevgilimizin de fedamıza karşılık kendi canını da önermesi, ölümden sonra sonsuz bir birliktelik vaadi mi? Bu şuna benziyor, her şeyi paylaştığın birinden kendi günahlarını, kaderini de paylaşmayı istiyorsun, ben yapamıyorsam o da yapamasın, ben yaşayamıyorsam o da yaşamasın ve sonrası bilinmeyen karanlıkta beni yalnız bırakmasın. Belki de birini arayışın tek amacı da karanlıkta tek başına olma korkusudur.

Deli Dumrul artık çoktan unutulmaya yüz tutmuş, demode bir masal kahramanı olabilir ancak peşinde bıraktığı sorular her seferinde aynı gizemi taşımaya devam ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder