Adamın biri bütün gün öfkeden kuduruyormuş. Yaşadığı dünya ona dar
geliyormuş. Gezmek görmek, yeni insanlar tanımakmış istediği. Ama gidecek yeri
yok, kalacak yeri ise çokmuş. Her gün farklı bir evde kalıyormuş. O kadar çok
seveni varmış ki onların sevgisine ister istemez karşılık vermek zorunda
kalıyormuş. Aksi takdirde kendisine gösterilen sevgiyi boşa harcadığını düşünürmüş.
Yine bir sabah, karşılıksız kalmasın diye sevdiği bir arkadaşının
evinden ayrılıp her gün üzerine oturduğu kaldırımına doğru yürürken aklına bir
fikir gelmiş. Kimseye söylemeden terk edecekmiş şehri. Şehir dediğim de ufacık
bir köy aslında, birkaç hükümet binası, bir iki güvenlikli site, kocaman bir
dinlenme parkı, uzun ve kalabalık ana cadde, eskimiş futbol stadından ibaret.
Kimseye söylemeden giderse kimseyle vedalaşmak zorunda kalmayacağından vicdanı
rahat olacakmış. En azından o öyle düşünüyormuş.
Günün sonunda şehri terk edeceğinden, bir ümit doğmuş içinde. Belediye
binasına gidip boş boş sıra beklemiş, selamlara karşılık vermiş, memurlara hal
hatır sormuş, çaylarını içmiş, önceki gün oynanan maçın hakemine küfretmişler.
Oradan siteler mahallesine gidip apartmanların önünde pinekleyen güvenlik
görevlileriyle şakalaşmış, samimiyetlerini istismar ederek korudukları
apartmanların bahçesinde dolanmış, birkaç kamelya, biraz da nergis yaprağı
koparıp bozukluk cebine sokmuş. Sıkılınca oradan parka gitmiş. Oynayan
çocukları izlemiş. Köpeğin birine tükürmüş ama köpek ona yüz vermemiş. Acıkınca
yakındaki bakkaldan bir paket bayat çiğdem dilenmiş yüzsüzce. Tuzlu çiğdemleri afiyetle
çitletmiş. Susamış bu sefer de o kadar çiğdemi mideye indirince. Caddeye doğru
yollanıp yorgancının önündeki hayrattan musluğa ağzını dayayarak soğuk bir su
içmiş. Yine de seviyormuş insanlar onu, sokakta karşılaştığı biri maça davet
etmiş. Bağırıp çağırmış statta, rakip kaleciye kızmış, atlamış tellerden sahaya
girmiş, kovalamış zavallı kaleciyi. Yaka paça dışarı atmışlar bizimkini ama
kimse kızmamış ona, sadece sırtını sıvazlayıp bir daha yapmamasını
tembihlemişler.
Günü çok güzel geçiyormuş da azalan öfkesi bir türlü geçmek
bilmiyormuş. Artık öfkeden kudurmuyormuş ama yaşadığı şehrin sakinlerine karşı
gizli bir öfke içinde hala varmış. Her şey onlardan dolayı ve onlara rağmenmiş.
Güneş batınca şehrin çıkışına kadar koşmuş ve tam çıkış tabelasının dibine
yığılıp kalmış. Üzerinde güle güle yazılı tabelayı nefes nefese inceliyormuş.
Rengini, yazı karakterlerini, ortasındaki kurşun deliklerini aklından bir daha
çıkmamak üzere incelemiş. Sakinleştiğinde üzerindeki çamurlu pantolonu ve çime
bulanmış gömleğiyle gitmeye hazırmış. İlk adımı attığında içindeki öfkeyi
arkasında bırakabileceğini hissetmiş. Sevinçle adımlarını hızlandırmış ve tüm
öfkesini tüketene dek yürümeye devam etmiş. İçindeki öfke tamamen bitip yerini
yepyeni bir umuda terk ettiği an pili bitmiş bir oyuncak gibi devrilivermiş.
Gözleri açık kalmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder