kim?

yaşamayanbilir

11 Ocak 2011 Salı

Bakkal Amca



Siyaset yazmayı da, konuşmayı da sevmem. Bunun sebebi bu konuları kendimden uzak tutmam değil. Bu konular üzerine yazmanın çaresizliğimi daha çok yüzeye çıkarması. Politikacı olmayı seçmediğim ve uzun bir zaman, takriben ölüme dek, seçmeyeceğim ortada iken ve konu hakkındaki bilgilerim umuma açık alanlardaki tartışma izlenimlerim ve sosyal oyalama araçlarının ilettiklerinden ibaret olduğu için bu topa girmek istemedim hiç. Nihayetinde basit bir adamım ben, ne anlarım siyasetten ancak skin ablaya sorarsanız her şey politiktir, dolayısıyla politikanın göbeğindeyiz hepimiz, fikirlerimin yüce meclis katında kıymeti yok ise de en azından bu satırları okumaya zahmet eden sayılı okura iletilmesinde bir mahsur yoktur zannımca.

Neysem efem, bu yaz cümbür cemaat reyimizi belli edeceğiz paravanlar ardında ve birkaç gün boyalı parmaklarla dolaşacağız kınalı kuzu gibi. An itibariyle 8 sene artı birkaç ay önce başımıza gelen sırça bıyık ve sülalesine karşı çok doluyum yalnız. Hatırlamak istemesek de o günleri geriye dönmekte fayda var bugüne bakmak için. Milenyumun başlangıcında, soğuk bir kış günü; hukuk öğrencilerinin kambur yapmak için taşıdıkları, bildiğiniz anayasa kitapçığının pek değerli, Karaoğlan lakaplı, engin deneyimli liderimizin önüne fırlatılmasıyla başlayan kriz, para basan hükümet kurumu müdürünün kaçışıyla alevlenmiş, esnafın borcunu iki katına çıkarmış, birkaç bankanın suni varlığını gepegerçek bir şekilde iç eden namus yoksunu kalın enselilerin ipliğini pazara çıkarmış, devamında Türkçesi ülkeyi terk ettiği günlerden kalma bir yurdum medar-ı iftiharını kurtarıcı olarak memleket topraklarına geri getirmiş, barış çubuğu gibi sigara tüttüren son insanlardan yüce divanlık, mirasyedi bir genel başkan ile ip meraklısı, hesap özürlü, dışı uzlaşmacı, içi kolpacı bir genel başkanın ele ele verip haydan gelen bir koalisyonu bozma kararlarıyla bir iktidarsızlığa yol açmış ve sonucunda yeni bir seçim, nur topu gibi yepyeni bir iktidar getirmişti başımıza. Ampulü yol göstericileri olarak seçen bu az Müslüman üstü parasever, muhlis adamlar ile her devrin adamlarını bir araya getiren ulvi topluluk, liderlerinin şiir okumasından cezalı olmasına aldırmayıp dünya şaheseri anayasamızın boşluklarına mis gibi kara kalem surat resimleri çize çize, o’ların içini doldura doldura, dolap kelimesinden bıyıklı adam yapa yapa, yarım senede liderlerini de başa getirdiler. Liderlerinin bıyıkları çizdiklerinden azdı ama olsun bu da ileride yeni moda olacaktı nasıl olsa.

Sapasağlam, tosun gibi tek başına bir iktidarımız mevcuttu artık ve koalisyonlardaki hangi akıma yaranacağını bilemeyen boyalı basın olsun, yolsuzluklardan gına gelmiş, cebi delik, AB’ye kapak atma sevdasında, gaza gelmekte usta halkımız olsun pek mutluydu, keyiflerine diyecek yoktu. Borsamız zıpladı hemen, AB umutları yemyeşil oldu, özellikle gül kokulu emanet başbakandan ve eşinden sempatiklik akıyordu, müzmin hizipçi de en sevdiği yerde ana muhalefetteydi. Kendini dünyanın koruyucusu olarak tanıtan, gerçekte vatandaşlarını bile korumaktan aciz yegâne süper güç hükümetimizin sırtını sıvazlıyordu. Durumu kabullenmekte en çok zorlanan ise vakti evvelinde sırça bıyığın elini öptüğü hocasını evine göndermek için tanklarına fazla mesai yaptıran, ebedi ve ezeli gücümüz, dünyalar birincisi askeri vesayetimiz idi. Gel zaman git zaman Kıbrıs olsun, imam hatipler olsun, türban olsun bitmez gündem maddeleri ısıtıla ısıtıla önümüze gelecek ve her seferinde taraflar durumdan vazife çıkarıp pozisyonlarını güçlendirmeye çalışacaklardı. Allah’ın sevgili kulu iktidarımızın şansı da pek açıktı, önce istemeye istemeye süper koruyucunun ülkemiz toprakları üzerinden pastallı vatandaşlarını ve milyarlık teçhizatlarını geçirme talebini geri çevirmek zorunda kalması başta süpo ile arasını bozdu ancak medeniyetin doğduğu topraklarda görülmemiş hayvanlıkları ile süponun kendi kendini boka batırması çubuk kraker bile yiyemeyen kukla başkanının dolayısıyla ekibinin tasfiyesine yol açtı. Yeni ekip her şeye sıfırdan başlıyordu ve eski dargınlıkları unutmaya hazırdı. Böylece başımızdaki imam istemeden de olsa savaş karşıtı, demokrasi dostu gibi payelerle onurlandırıldı. Hızını alamayan the İmam kendini demokrasi havarisi ilan etti ve askeri vesayete baş kaldırdı. Sanırsınız no war make love rozeti taşıyan çantasıyla pentagona yürüyordu. Tabi ki konu yine anamızın bacımızın saçının teli görünsün mü görünmesin mi, imam yetiştirmek için kurulmuş okullardan doktor moktor çıksın mı çıkmasın mı gibi bildiğimiz, yılların eskitemediği meseleler idi. AB hayali giderek uzaklaşıyordu. Yurdum insanı artık AB’yi köşe dönme kapısı olarak görmüyordu, süpoya düşmandı, üzerine bir de süponun kol kıran Robin’ine kin besler olmuştu. Boyalı basının mutlulukla karşıladığı az Müslüman üstü zenginler yavaş yavaş ülkeyi kendi mahallelerine benzetmeye başlamışlardı. Zaten boyalı basının hasının da fırça bıyık ile arasına kara kedi girmişti, husumet suçlama doğuruyor, kirli çamaşırların ucu görünmeye başlıyordu. Hükümet her zaman bildiklerinin tamamını değil sadece korkutmaya yetenlerini açıklıyor, gözdağı verme kozunu elinde tutuyordu.

Bu arada oldukça sakin ancak sinirlenince yakınında kitapçık bulundurmaktan kaçınılan sayın başların başının emeklilik zamanı geliyor ve kendimize has bir kriz zortluyordu. Çankaya’nın manifaturacısından başka kimseyi ilgilendirmeyen bir mesele ülke namusu haline geliyor, sanal ortamdan danışıklı olduğu halen tartışılan bir mesaj memleketi yeni bir seçime, sırçanın tabiriyle derhal seçime götürüyordu. Bu sefer anayasanın boşluklarından uçak yapan karşı taraftı ve muradına ermiş görünüyordu. Yazık ki, ders almak muhalefetimizin sevdiği bir konu değildi, çoğunluk denen meymenet yine göstermelik mağdurun tarafını tutuyor hem de çoğalarak tutuyordu. Ülke haritası kalın çizgilerle ayrılmıştı. İkinci, az Müslüman üstü parasever fethi daha acıtıcıydı bu sefer. Öncekinden farklı olarak boyalı basının gazını almamışlar, yerine kendi basınlarını yaratmışlar ve iktidarın sesi artık başka bir boyalı basındı. Son bir zavallı hukuki direnç de savuşturuluyor, sırçanın tepesini artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Cumhurbaşkanı mı seçtirmiyorlar, yasayı değiştir, ne de olsa çoğunluk bizden yana, yüksek yargı kapatmak istiyor beni, yargıyı değiştir, ne de olsa güç bende, yanımda silahlı gezdirdiğim güç bana karşı mı, eşimi askeri hastanelere mi sokmuyor, foyalarını ortaya çıkar, ne de olsa kimse temiz değil pisliğini gizlemeyi becerenler dışında ve elhamdürillah becerikliyimdir. Hızını alamayan the İmam demokrasi kılıfında yasaları kendi bildiğince değiştirip, boşluğu daha az bir anayasa sözüyle referanduruma götürür halkı. Anayasa babayasadır artık. Özgürlük, değişim, demokrasi bekleyenler babayı alır maalesef. Öldürmeyen Allah güçlendirir misali(böyle bir misal yok tabi, tamamen nihilizmin kendi dilimize uyarlanması) mevcut iktidar şiştikçe şişmiş, besili bir kedi olmuştur adeta. Sokağın besili kedisi arada pençelerini mahallenin kabadayısının kardeşine de göstermekte, eşrafın gözünde değerlenmekte, kabadayıyı bulunca karşısında kuyruğunu indirmektedir. Yine de şanı şerefi azalmamakta, kediler dünyasında yaşa, var ol nidalarıyla karşılanmaktadır. Durumu çizene de anında dava açılmaktadır. Neymiş yüce liderimizi kediye benzetmek hakaret imiş.

Günümüze dönersek, göstermelik bir temizlik operasyonu sürmekte, hukuk yerlerde, ne zaman ayağa kalkmıştı ki zaten, azınlıklara şirin görünme taktiği çuvallamış, kedi dolandığı iplerden kurtulmanın yolunu aramakta, ülkemiz dünyada muhafazakâr bakkal amca rolünde, din iman diyerek güven kazanmış, alkol satmadan büyümekte olan, ancak arkasından gizli gizli tartıya hile karıştırdığı söylenen, ay yüzlü, örtülü kızı hakkında dedikodular ayyuka çıkmış, imam hatipte okuyan oğlunu döverek cinsel isteklerine ket vurmuş, akşamları eve geldiğinde ayaklarını gül suyuyla yıkayan karısını kimselere göstermeyen, hacı olup olmadığı tartışmalı, topluma örnek, sevimli bir bakkal amca. Tabi muhtemel bir aşırı İslamcı terör eyleminin de baş şüphelisi aynı zamanda.

Genç yaşta ülkemiz; temiz mendili cebinde, yazları şort giyen, sokak çocuklarından uzak duran, lojman bahçesinden dışarı korumalarla çıkan asker çocuğundan takkeli, sakallı, kalem bıyıklı, tespihi elinde hayatın tersliklerine karşın ayetel kursi ile koruma sağlayan bakkal amcaya dönüştü. Hepimize kutlu olsun.

Alkolü koklamakla yetinilecek
http://www.milliyet.com.tr/hicbir-davette-bir-kadeh-sarap-bile-sunulamayacak/turkiye/sondakika/11.01.2011/1337839/default.htm

Özel hayatımıza radikal müdahaleler
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1035308&Date=27.05.2010&CategoryID=80

Kültürümüz eksik kalsın
http://www.hafifmuzik.org/?p=7815

yönümüz kıbleye doğru
http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/istanbula-allahi-yucelten-proje-haberi-37909

boyalı basın yeşile boyanıyor
http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=38624

öpüşelim ama dudaktan olmaz, tvde hiç olmaz
http://www.pressturk.com/haber/dizide-opusmek-mustehcen-yayin-midir/39878.html

ceddimiz bölünerek ürerdi
http://www.kanuni.biz/muhtesemyuzyil/muhtesem-yuzyil-bulent-arinci-kizdirdi/

heykelden de anlarım
http://www.habererk.com/haber/7233/erdogan-ucube-dedi-mhpde-istemedi-heykel-kalkacak.html

memleketi heslerle ördük yeni baştan
http://www.haberiniz.com/index.php?option=com_content&view=article&id=11219:hes-projeleri-yatrm-m-katliam-m&catid=148:roeportaj&Itemid=219

gerisi her an her yerde karşınıza çıkabilir.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Hapı yutmak / Una bulanmak



Gerçek hayatta kaç tane romantik anınız var? Hiç böyle bir anda ne söylemeniz gerektiğini düşündünüz mü? Hayatımız bir romantik komedi olsa doğru anlarda hep yanlış kelimeler çıkardı ağzımızdan. Bir gül, iki gül, üçüncüsünde ne zevzek şeysin derler ve kapının tokmağı kalır elinde. Son dönem romantik komedilerin de yeni söyleyecekleri bir şeyleri yok. Gerçi benim gibi kaç kişi kız arkadaşının dediği olsun diye değil de yeni bir şeyler duymak için romantik komediye gidiyor bilmem ama ezelden beri saygı duyduğum bu janrın da sonuna geldik sanırım. Bundan sonra da sürüyle komedili sevmeli film vizyona girer eminim ama yeni bir Annie Hall, When Harry Meet Sally, My Best Friend’s Wedding, Shakespeare in Love, Nothing Hill beklemek de boşuna sanırım. Janra taze nefes aldıran son film de 500 days of summer idi.

İşte Love and Other Drugs adlı yeni Ed Zwick filminden de beklentim buydu; yeni bir romantik komedi izlemek. Yönetmen tecrübeli, oyuncular yetenekli, yan kadro fena değil, öykü de vaatkar olunca beklentim de yükselmişti. Jake Gyllenhaal tavşanlı garip film Donnie Darko’da gözüme girmişti, Anne Hathaway ise Rachel Getting Married filminde beni kalbimden vurmuştu. İkisi de Allah var yukarıda oyuncu, filmde de aralarında belli bir kimya tutmuş ancak öykünün ilerleyişinde biraz sıkıntı var. Oğlan’ın kızı neden sevdiği tam anlaşılmıyor bence, kızın özgür ruhu da biraz sakat anlatılmış. Çıplak yaşlı kadın resmetmesi, fütursuzca memesini doktoruna gösterebilmesi, hastalığıyla taşak geçmesi, pardösü altı çıplak evlere girmesi, gömlekten çok erkek değiştirmesi yetmiyor özgür olmasına. Oğlan ise çük kafalı bir şekilde sarışın, esmer, kızıl demeden sarkıntılık ediyor ona buna film boyunca ve bunun da özgürlük ile alakası yok. Gerçi filmde biraz oğlanın anasına babasına bağlılığı hafiften vurgulanmış ama asıl dert bu olmayınca konuya pek eğilmemiş kimse. Bunun yerine “dünya boktan / değerli her an” başlıklı orta2 talebelerinin bile artık kompozisyonlarında kullanmadıkları ana fikre ulaşılmış. Yine gidenin arkasından son anda yetişmeye çalışan bir deli oğlan ve sevimli toplum bakışları (ah ben bir genç olsaydım, alemleri yalayıp yutmuştum anlamı içeren) altında ikna konuşması, gözyaşlarıyla kabul, sarılma marılma, mutlu an fragmanları ile bitiyor film. Diğer her şey, satıcılık dersleri, viagra muhabbeti, Parkinson illeti, doktor idealleri, falan filan oluyor geride kalan. Satar ama bu film, komik şişko kardeş olsun, anadan üryan oyuncuları olsun, birkaç cici replik olsun, nostaljik soundtrack olsun, hepsi güzelce paketlenip sunulmuş. Dileyen açabilir, vaktiyle beraber içindeki kremalı hafif keki yiyebilir.



Sevgili İstanbul’umuzun geride bıraktığımız kültür yılının son film festivalinin gördüğüm ikinci filmi ise alıştığımız bir Fransız filmi gibi başlıyor. Orta yaşlı evli çiftler tanışırlar, birbirlerini severler ve eşlerini öperler. Dostunun, komşunun eşini öpme hadisesinin artık bir Fransız ananesi olduğunu biliyoruz Allahtan pek şaşırmıyoruz. Böyle sahneleri İstanbul’da izlemek de garip gelmiyor artık insana, sanki az sonra sinemadan çıkıp arkadaşlarımızın evine sevişmeye gidecekmişiz gibi moderniz maşallah, film suratımıza tokat falan vurmuyor, kim olduğumuzu da göstermiyor ama şans veriyoruz yine de yönetmene. Oyuncular ellerinden geleni yapıyorlar, özellikle mağripli Fransız ellerini kullanmada pek maharetli. İnsanın elletesi geliyor. Zamanında melekli bir filmde oynamış, çirkin desen değil güzel desen hiç değil, çiroz, jimnastikçi hatun da karakterin ateşini başarıyla yansıtıyor. Diğer çifti canlandıran, soğuk hava deposu, takı tasarımcısı teyze ile filmin tek güzeli, dövmeli, parlak ciltli yakışıklı biraz uyumsuz olmuş. Filmin asıl kritik eşiğini oluşturan olayları anlamamızı güçleştiriyor bu uyumsuzluk bence. Yine de hikayenin kurgusunu başarılı buldum, yönetmen de özellikle un içinde geçen beraber seks sahnesinde seyirciyi yakalamasını bilmiş. Filmi otsbircinin başucu filmlerinden biri yapmaktan kurtaran da yönetmenin bu tavrı olmuş bence. Azgın otsbirci yapacağını yapar yine ancak filmi buruk bir aşk hikayesi olarak da okuyabilirsiniz, hatta sanırım yönetmenin derdi de bu zaten. Böyle bakınca, filmin sonunda açığa çıkan aşk hikayesine göre filmi yeniden izlemek bile gerekebilir. E hareketli resim bombardımanına tutulduğumuz bu günlerde kendini yeniden izletebilmek de bir film için az bir şey değil. Dileyen netten araştırıp filmi bir yerlerden izleyebilir. Ticari gösterime gireceğini sanmam bu topraklarda, belki aylar sonra dvdsi çıkar, iyisi mi siz bildiğiniz yoldan şaşmayın, ya bir festivale daha denk gelmesini bekleyin ya da illegal yolları kullanın. “Soğuk Duş” (Douches Froides, 2005) adlı başarılı ilk filmin yönetmeni Antony Cordier’in ikinci filmi “Happy Few” derseniz kimse anlamaz, gavatların aşkı derseniz bulur belki raflardan mahallenizin dvdcisi.

Son dk notu : Filmin gösterim hakkı satın alınmış bizimkiler tarafından, hadi yine iyisiniz.

Neyse efem, hepimize bol fragman, bol aydınlanma, bol iç geçirme, diken diken olma anları dilerim yeni yılımızdan. Aklıma geldikçe film çemkirmelerim devam edecek bu satırlardan, saygılarımla..