kim?

yaşamayanbilir

3 Ocak 2011 Pazartesi

Hapı yutmak / Una bulanmak



Gerçek hayatta kaç tane romantik anınız var? Hiç böyle bir anda ne söylemeniz gerektiğini düşündünüz mü? Hayatımız bir romantik komedi olsa doğru anlarda hep yanlış kelimeler çıkardı ağzımızdan. Bir gül, iki gül, üçüncüsünde ne zevzek şeysin derler ve kapının tokmağı kalır elinde. Son dönem romantik komedilerin de yeni söyleyecekleri bir şeyleri yok. Gerçi benim gibi kaç kişi kız arkadaşının dediği olsun diye değil de yeni bir şeyler duymak için romantik komediye gidiyor bilmem ama ezelden beri saygı duyduğum bu janrın da sonuna geldik sanırım. Bundan sonra da sürüyle komedili sevmeli film vizyona girer eminim ama yeni bir Annie Hall, When Harry Meet Sally, My Best Friend’s Wedding, Shakespeare in Love, Nothing Hill beklemek de boşuna sanırım. Janra taze nefes aldıran son film de 500 days of summer idi.

İşte Love and Other Drugs adlı yeni Ed Zwick filminden de beklentim buydu; yeni bir romantik komedi izlemek. Yönetmen tecrübeli, oyuncular yetenekli, yan kadro fena değil, öykü de vaatkar olunca beklentim de yükselmişti. Jake Gyllenhaal tavşanlı garip film Donnie Darko’da gözüme girmişti, Anne Hathaway ise Rachel Getting Married filminde beni kalbimden vurmuştu. İkisi de Allah var yukarıda oyuncu, filmde de aralarında belli bir kimya tutmuş ancak öykünün ilerleyişinde biraz sıkıntı var. Oğlan’ın kızı neden sevdiği tam anlaşılmıyor bence, kızın özgür ruhu da biraz sakat anlatılmış. Çıplak yaşlı kadın resmetmesi, fütursuzca memesini doktoruna gösterebilmesi, hastalığıyla taşak geçmesi, pardösü altı çıplak evlere girmesi, gömlekten çok erkek değiştirmesi yetmiyor özgür olmasına. Oğlan ise çük kafalı bir şekilde sarışın, esmer, kızıl demeden sarkıntılık ediyor ona buna film boyunca ve bunun da özgürlük ile alakası yok. Gerçi filmde biraz oğlanın anasına babasına bağlılığı hafiften vurgulanmış ama asıl dert bu olmayınca konuya pek eğilmemiş kimse. Bunun yerine “dünya boktan / değerli her an” başlıklı orta2 talebelerinin bile artık kompozisyonlarında kullanmadıkları ana fikre ulaşılmış. Yine gidenin arkasından son anda yetişmeye çalışan bir deli oğlan ve sevimli toplum bakışları (ah ben bir genç olsaydım, alemleri yalayıp yutmuştum anlamı içeren) altında ikna konuşması, gözyaşlarıyla kabul, sarılma marılma, mutlu an fragmanları ile bitiyor film. Diğer her şey, satıcılık dersleri, viagra muhabbeti, Parkinson illeti, doktor idealleri, falan filan oluyor geride kalan. Satar ama bu film, komik şişko kardeş olsun, anadan üryan oyuncuları olsun, birkaç cici replik olsun, nostaljik soundtrack olsun, hepsi güzelce paketlenip sunulmuş. Dileyen açabilir, vaktiyle beraber içindeki kremalı hafif keki yiyebilir.



Sevgili İstanbul’umuzun geride bıraktığımız kültür yılının son film festivalinin gördüğüm ikinci filmi ise alıştığımız bir Fransız filmi gibi başlıyor. Orta yaşlı evli çiftler tanışırlar, birbirlerini severler ve eşlerini öperler. Dostunun, komşunun eşini öpme hadisesinin artık bir Fransız ananesi olduğunu biliyoruz Allahtan pek şaşırmıyoruz. Böyle sahneleri İstanbul’da izlemek de garip gelmiyor artık insana, sanki az sonra sinemadan çıkıp arkadaşlarımızın evine sevişmeye gidecekmişiz gibi moderniz maşallah, film suratımıza tokat falan vurmuyor, kim olduğumuzu da göstermiyor ama şans veriyoruz yine de yönetmene. Oyuncular ellerinden geleni yapıyorlar, özellikle mağripli Fransız ellerini kullanmada pek maharetli. İnsanın elletesi geliyor. Zamanında melekli bir filmde oynamış, çirkin desen değil güzel desen hiç değil, çiroz, jimnastikçi hatun da karakterin ateşini başarıyla yansıtıyor. Diğer çifti canlandıran, soğuk hava deposu, takı tasarımcısı teyze ile filmin tek güzeli, dövmeli, parlak ciltli yakışıklı biraz uyumsuz olmuş. Filmin asıl kritik eşiğini oluşturan olayları anlamamızı güçleştiriyor bu uyumsuzluk bence. Yine de hikayenin kurgusunu başarılı buldum, yönetmen de özellikle un içinde geçen beraber seks sahnesinde seyirciyi yakalamasını bilmiş. Filmi otsbircinin başucu filmlerinden biri yapmaktan kurtaran da yönetmenin bu tavrı olmuş bence. Azgın otsbirci yapacağını yapar yine ancak filmi buruk bir aşk hikayesi olarak da okuyabilirsiniz, hatta sanırım yönetmenin derdi de bu zaten. Böyle bakınca, filmin sonunda açığa çıkan aşk hikayesine göre filmi yeniden izlemek bile gerekebilir. E hareketli resim bombardımanına tutulduğumuz bu günlerde kendini yeniden izletebilmek de bir film için az bir şey değil. Dileyen netten araştırıp filmi bir yerlerden izleyebilir. Ticari gösterime gireceğini sanmam bu topraklarda, belki aylar sonra dvdsi çıkar, iyisi mi siz bildiğiniz yoldan şaşmayın, ya bir festivale daha denk gelmesini bekleyin ya da illegal yolları kullanın. “Soğuk Duş” (Douches Froides, 2005) adlı başarılı ilk filmin yönetmeni Antony Cordier’in ikinci filmi “Happy Few” derseniz kimse anlamaz, gavatların aşkı derseniz bulur belki raflardan mahallenizin dvdcisi.

Son dk notu : Filmin gösterim hakkı satın alınmış bizimkiler tarafından, hadi yine iyisiniz.

Neyse efem, hepimize bol fragman, bol aydınlanma, bol iç geçirme, diken diken olma anları dilerim yeni yılımızdan. Aklıma geldikçe film çemkirmelerim devam edecek bu satırlardan, saygılarımla..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder