kim?

yaşamayanbilir

20 Kasım 2013 Çarşamba

her denediğimde





















Sarılmak istiyorum sana                                                                 Ama her denediğimde
ama her denediğimde                                                                       aşkımızı söndürmeyi,
bir şeyler uzak tutuyor                                                                     -yangın yeri gibi-
seni benden.                                                                                         elinin altında tutuyorsun beni
                                                                                                                    ve her seferinde
Tutulmak istiyorum sana                                                                -tutkumu israf ettiğim-    
ama her denememde                                                                         sarılıyorsun bana.
bir şeyler uzaklaştırıyor                                                                  Öyle yakınsın ki
aşkı benden                                                                                           hissedebiliyorum.
ve hissedebiliyorum bunu
                                                                                                         
Öyleyse hemen sev beni                                                                  Öyleyse hemen sev beni,
hiç bitmeyecekmiş gibi                                                                    hiç bitmeyecek sanki.
denememe izin verme sakın                                                          Deneme beni kızım,
sonsuza dek kaybederim yoksa seni                                          yoksa kaybedeceğim seni
her zaman…                                                                                           her defasında
her seferinde…                                                                                     her zaman.

18 Kasım 2013 Pazartesi

içeride bir gece

Delik deşikti pabuçlarım
içeri aldığında beni ilk kez,
peşinden sürüklendiğim yol
yatağına doğru değildi,
üzerinde uyuyacak bir şey yoktu içeride.
Ve gösterdin bana
kimden kaçtığımı
sanki hiç bilmiyormuşum gibi
tüm bu zaman boyunca
Of, yaşlı ayaklarım
tanıyor bu taştan sokağı
eski arkadaş gibiler.
iki seksen yerdesin
daha derini yok
üzerinde uyunacak bir şey de
Öyleyse gir içeri
kapının ardında bırak diğerlerini
duvar kağıtlarını yırt at
halıyı parçala, döşemeyi sök.
ve biliyorum ki acı çekiyorsun
ve olamam orada senin için
ve biliyorum acıtıyor
ve artık olamam orada
Delik pabuçlarımla
içeri aldın beni,
nasırlaşmış yaralarımı
saklamaktı tercihim.
Öyleyse git ve çarşafları değiştir,
sokaklara geri dön,
getireceğim bir şey kalmadı sana.
Gör bak nasıl korkuyorum kapılardan,
döşemeden,
kaçıp yürüyorum sokaklarda
göstermek için sana
kimden kaçtığımı,
uyandığın anın hissiydi
ve bitti.

acı çektiğinin farkındayım
orada olamam senin için
acıtıyor, farkındayım
daha fazla olamam orada
Ayakkabılarım delikti
ilkin içeri aldığında beni,
yaralarım nasırlaşmış,
bırakmak istemiyordum.
Ve şimdi senin ayakların
bu taştan sokağı tanıyorlar,
kırk yıllık dost gibiler.
Yerde uzanmış,
daha dibe batamıyorsun,
uyuyacak yerin de yok,
öyleyse gel içeri,
dışarıdaki bak ötekileri
duvarı parçala,
halıyı yırt,
döşemeyi yık istersen.
acı çeken sensin, biliyorum
orada olmamı bekleme ama.
acıtır, bilirim
daha fazla olamam artık orada.
Parçalanmıştı ayakkabılarım
beni içeri aldığında ilk defa,
nasırlarım vardı, yaralarım değil
ve onları saklamak istedim.
Öyleyse git de çarşafları çevir
sokağına dön sonra
verecek bir şeyim kalmadı sana.
Bak, ne korkuyorum kapılardan
ne yere serilmekten,
işte, çıkıp yürüyeceğim birazdan
ve kanıtlayacağım sana
neyden kaçtığımı,
uyanırken hissettiğimdi
ve o da gitti.










15 Kasım 2013 Cuma

Munro



  
Geçtiğimiz Ekim ayının ilk cuması, nereden takıldıysa aklıma, dehşetli bir Munro okuma arzusuna tutuldum. Daha önce hanımefendinin tek bir cümlesini bile okumamıştım. Sabah evden çıkarken yolluk olarak yanıma aldığım romanın başlangıcı beni tatmin etmemişti, dönüşte yeni bir şeyler okumak istiyordum. İnternette gün içinde teslimat yapan kitapçı sitelerini gezerken Alice Munro ismine rast geldim. Tanıdık tınlıyordu kulağıma ama nereden olduğunu çıkaramıyordum bir türlü. Ardından çevirisi yapılmış kitaplarını incelerken, içlerinden biri ilgimi çekti. Genelde kitap satın alırken arka kapak yazılarına veya isme takılmam ama arada bir içgüdülerime kulak kabarttığım da olur. Hele böyle kitaplar elimden bırakamadıklarım arasına girerse yazarın başarısından kendime pay çıkarırım. Ne de olsa kişisel keşifler her zaman heyecan vericidir, insanın içinde okuma isteği uyandırır. Çevremizde sürekli bize okuma önerilerinde bulunanlara karşı bence bir tür meydan okumadır bu. Kendim için en iyisini kendim seçerim! Her zaman olumlu sonuç vermese de akılda kalanlar başarılı seçimler olduğundan içgüdülerimize göre alışveriş yapmaktan vazgeçmeyiz. 

İşte şu cuma sabahı içimde karşı koyamadığım okuma isteği uyandıran kitabın adı şöyleydi; Çocuklar kalıyor. Alice Munro'nun dilimize çevrilen üçüncü öykü derlemesi. Öncekilerden daha çok ilgimi çekmesinin tek bir açıklaması var, derlemenin başlığı! İlginç olan orijinal dilinde öykülerinin bu başlık altında yayınlanmamış olması. Nedense Can Yayınları bu başlığı tercih etmiş. Öykü derlemelerinde başlığa nasıl karar verildiğini hep merak ederim. Genelde öykülerden birinin adı seçiliyor, peki ama hangisi? Yazarın bu konuda tercihi mi baskındır, yayın evinin mi? Yazar seçerken neye göre karar veriyor? İçine en çok sinen öykünün mü başlığını seçer, yoksa bütün öyküler hakkında kışkırtıcı ipuçları vereni mi? Nedenini bilmiyorum, her başlığın muhtemelen ayrı bir hikayesi vardır ama Çocuklar Kalıyor'u görür görmez bu yazarı mutlaka tanımam gerektiğini hissettim. Öyküsüne seçtiği isim daha en başından bana nasıl bir okuma macerasına başlayacağımı anlatıyordu. Ender yaşadığım bir kışkırtmayla baş etmeye çalışıyordum. Bir yandan kitaplığımın artık neredeyse ağırlıktan çökmek üzere olduğunu aklıma getirmemeye çalışırken, öte yandan Alice Munro'nun oldukça alçak gönüllü ama bir o kadar da vaatkar öykülerini merak etmeden duramıyordum. Bir kez daha merak duygum sorumluluk hissime galip geldi ve cuma öğle arasında namaza gidenlerle aynı yönde farklı bir hedefe doğru yola çıktım. En yakın kitapçıda şansımı deneyip kitabı sordum ancak aldığım cevap olumsuzdu. Hayal kırıklığı acıdır ama daha önce yaşanmamış bir duygu değil, üstesinden gelip farklı bir yazarı keşfetmeyi denedim.

O gün bulduğum yazarın hikayesini değil Munro'nunkini anlatmak istiyorum bugün, o yüzden arada geçen zamanı hızlı geçiyorum. O cuma akşamı iş dönüşünde öğlenki ateşim çoktan sönmüş, farklı bir hikayenin peşindeydim. Ancak Munro aklımdan tamamen çıkmış değildi. Halen internetten sipariş verebilirdim ama sorun şuydu ki zamanında elime geçeceğinden emin değildim çünkü ertesi çarşamba yolculuğa çıkacaktım ve üç iş gününde teslimata sık rastlanmıyor. Tutkumu erteleyip tatile çıktım. Arada bir Munro aklıma geliyordu ama yanıma aldığım güvenilir erzakla hevesimi doyuruyordum, başıma geleceklerden habersiz.

Yanlış hatırlamıyorsam Munro'ya olan yıldırım aşkımın 7.gününde acı haberi aldım. Tek kişilik aşkım halka açılmıştı. Onun için çok sevinmiştim, adına gurur duymuştum, hislerimin ne kadar çok insanla paylaşıldığını öğrenmek de güzeldi ama yine de içten içe her kıskanç aşığını hissettiği duyguya kapılmıştım, yeni keşfettiğim dünyayı kimseyle paylaşmak istemiyordum. Hele bu kadar erken! Henüz ben bile neyle karşı karşıya olduğumu bilmiyorken bütün dünya -en azından edebiyat severler- aşkıma saldıracaktı. Olumlu tarafından bakarsak dilimize daha çok Munro çevrileceği kesindi. Muhtemelen önceki çeviriler de tekrar basılacaktı, dolayısıyla kitapçıları bir daha ziyaret ettiğimde olumsuz cevap almam çok zordu artık. Öte yandan yeni filizlenmiş merakım gün geçtikçe artıyordu. Tatile çıktığım şehirde Türkçe ikinci dildi ve etrafta pek Türkçe kitap satan bir yer görünmüyordu. Yine de şansımı deneyip bir kaç kitapçıya sordum, bırakın Türkçe'sini İngilizce'sini bile bulamadım. Arzumun ulaşılmaz oldukça harlandığının farkındaydım. Biraz olsun söner diye internetten iki Munro çevirisi siparişi verdim. Nasıl olsa bayramdan sonra işleme alınacaklardı ve eve döndüğümde ancak kargonun kapıma dayanacağını tahmin ediyordum. Ecnebi kitap evlerini tavaf etmeye devam ettim. Teselli ikramiyelerimin ücretlerini öderken kasada, ellerinde Munro çevirileriyle bekleyen şanslı Almanlara sinir oldum. Haberi duyar duymaz, işleri güçleri yok sanki, soluğu kitapçılarda almışlar, güzelim Munro baskılarını gözüme gözüme sokuyorlardı. Ya sabır çekip aklımı dağıtmak için elimdekileri inceledim.

Öyle ya da böyle tatil bitti, eve döndüm, eşyalarımı kaldırdım, ortalığa çeki düzen verdim, akşam oldu, yemeğimi yedim ve o ana kadar aklıma gelmesine izin vermediğim siparişimi düşündüm. Netten durumuna baktım. Ben uçaktayken kargolanmıştı. Kargo ofisi uyuzluk yapmazsa ertesi sabah elimde olması işten bile değildi. Merakımı dizginleyerek uyumayı becerdim. Sabah kapının zili uyandırdı beni ve heyecanımı gizleyip kapıyı açtım, kargocuya çaktım imzayı, koliyi salonun ortasındaki masanın üzerine koydum. Her zamanki gibi bantını açmak için makas arayıp törpüye razı oldum -nedense törpüler makastan kolay bulunur, mantıklı bir açıklaması olmalı bunun- , kitapları kolisinden yavaşça çıkarıp jelatin kaplarına dokundum. Önceki deneyimlerime göre heyecanla beklediğiniz an önünüze çıktığında yapabileceğiniz en kötü şey sabırsızlığınıza yenilmeniz. Anı mahvetmeniz pek muhtemeldir. Törpünün ucuyla jelatini söktüm ve kitaba hiç zarar vermeden kabını sıyırdım. Artık Munro parmaklarımın ucundaydı. 

Çöle düşenlere bulunduklarında hemen bolca su içmemeleri söylenir, vücudun tepkisi ani ve beklenmedik sonuçlar doğurabilirmiş, aynı durum uzun zaman almış beklemeler için de söz konusu bana sorarsanız. Bir an önce beklediğinizi elde etmeye çalıştığınızda çoğunlukla bünye ters tepki verir. Ya büyük bir hayal kırıklığına uğrarsınız, ya da öyle bir coşkunluğa kapılırsınız ki o an geçtiğinde her şey gözünüze anlamsız görünmeye başlar, sıkıcı bir boşluğa düşersiniz. Ben beklemeyi uzatmayı tercih ederim, bazılarına göre bu da ayrı bir eziyettir, hele o birileri ile ortak bir hayat sürdürüyorsanız.

Çocuklar Kalıyor adlı öykü kitabında 8 öykü var. Öyküler ortalama 35-40 sayfa sürüyor. İlk okumak istediğim öykü kitaba adını verendi ama yayın evinin veya yazarın sıralamasını bozmaya kıyamadım. Saçma bir takıntı olabilir belki ama öyküler arası sıralamanın bile önemi olduğunu düşünür, onlarda alacağım zevkin sırayı bozduğum için azalmasını göze alamam. Ayrıca o öyküye gelene kadar merakımın olgunlaşmasını istedim. Sadece ismini bildiğin bir öyküye duyulan ilgi pek sağlıklı değildir. Yazarını tanıdıkça öykülerle de yakınlaşırsın, onları ne zaman, nasıl okuman gerektiğini anlamaya başlarsın. Elbette yazarını tanımak derken hayat hikayesini öğrenmeyi kast etmiyorum. Onun kelimeleri, cümleleri, karakterleri, mekan duygusu, geçişleri, kısaca bir yazarı yazar yapan her şeyi öğrenmekten bahsediyorum. Onu tanıdıkça öyküleri de tanıdık gelmeye başlar ve evden işe gittiğinde, döndüğünde, yemek yerken, maç izlerken, dişlerini fırçalarken, simit almaya giderken, parkta çocukları izlerken, öykülerdeki karakterleri düşünmeden edemezsin. Sanki bir yakının başına gelmiş gibi üzülürsün başlarına gelenlere, heyecanlarını paylaşırsın. 

Alice Munro belki kitabına verilen isimle tavladı beni ama onu tanıdıkça çok daha fazlası olduğunu keşfettim. Bir yerlerde yazınının güney gotiklerini andırdığını okumuştum, çok yanlış bir değerlendirme değil, özellikle Flannery O'Connor ile yer yer kardeş gibi okunabilirler ama bana Munro daha insancıl geldi. Bahsettiklerini okuyarak insana olan inancınız ne kadar artar bilmem ama bende uyandırdığı duygu, insanlığın güvenilir olmadığını hep bilsek de onları incelemekten, onları soframızı davet etmekten ve nihayet onlardan biri olarak seçimlerimizle, çevremize karşı tepkilerimizle, haklarında düşündüklerimiz ve dışarıya yansıttıklarımızla etkilediğimiz onca karaktere yaptıklarımızla beraber yaşamaktan vazgeçemeyeceğimiz. Belki bu içten gelen beraber yaşama arzusu veya başkasına göre zorunluluğu dünyayı bir arada tutan tek bağdır. Sahip olduğumuz en iyi şey.

Munro okurken ve halen okumaya devam ederken, bilgeliğin sesinin her zaman bir yolunu bulup kendisini arayana ulaşmayı becerebildiğini gördüm. Nerede yaşadığınız ve hangi dili konuştuğunuzun önemi olmaksızın.


Not 1: İlk Munro çevirisi Goa Basım Yayın diye adını bilmediğim bir yayın evinden 2006'da çıkmış. Çok satar romanlara yakışır bir kapak çalışması ve Kaçak adıyla. Bugünlerde yeniden yayına hazırlanıyor. İkinci çeviriyi Can Yayınları basmış, Bazı Kadınlar başlığıyla. Yine İngilizce'sinden farklı bir başlık. Dördüncü çeviri de üçüncüsü gibi Can Yayınları'ndan yeni çıktı, Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik adı altında. 

Not 2: Munro Nobel'i almadan önce sene başında yaptığı bir açıklamayla yazmayı bıraktığını açıklamıştı. Kolay değil, önümüzdeki temmuz ayında 83'ünü bitirecek ama bana kalırsa yakın zamanda olmasa bile yeni bir Munro öyküsü mutlaka okuyacağız. 

13 Kasım 2013 Çarşamba

Düşmüş

Erkeğini baştan çıkarmanın yollarını anlat bana,
ve tüm gizli büyülerini.
Nereden öğrendiğini anlat
düşmüş sesiyle konuşmayı.

Duvarların içinden geçenler hayaletlerdir, bilirim.
Nasıl düşeceğini henüz öğrenen herifin tekiyim
 bense.
 
Yeniden düşlemeyi dene beni
ve ben de tekrardan icat edeceğim kendimi.
Halen hatırlarken sahneleri
başkalarına baktığın.

Duvarları delip geçen hayaletler tanırım.

Düşmeyi öğrenen adamın biriyim ben.

Benden şüphe etmeye başladığında
ben de kendimden ederim.
Ve asla gözünü dikme bana
içime kapanırım yoksa.

Duvarları umursamayan yaratıklar gördüm,
ben onlardan değilim.

neysem oyum
ve kimsem oyum
bilirim ne bilirim
ve tek bildiğim düştüğüm
duvarların içinden geçebilsem
anlatırdım sana kim olduğumu belki
henüz herifin tekiyim hala düşmeyi öğrenen 
adamın biriyim nasıl düşeceğini çözmeye takan



1 Kasım 2013 Cuma

tatsız utançsız nefessiz

Bu, hayatta kalmak isteyen bir kadının öyküsü.

Onu öldürmek isteyen yok ama o yine de hayatta kalmak istiyor. Tüm cesaretini toplayıp defterine ne olursa olsun ölmemesi gerektiğini yazıyor. Bunun için önce şartları oluşturması lazım. Birinci şartı, nefes almaya devam etmek. Nefes aldığım sürece, diye yazıyor defterinin temiz sayfasının sol üst boşluğuna, yaşamaya devam edeceğim. Kim ki engel olmaya kalkışırsa soluk almama, bütün gücümle direneceğim. Kendi hür irademle nefesimden vazgeçtiğimi kimse görmeyecek.

İkinci şartı, kendinden utanmamak.  Öyle bir duruma düşmektense ölmeyi yeğlerim, kendime ölmeyi yasakladığıma göre asla kendimden utanacak bir duruma düşmemeliyim. Ya, öyle bir an gelir de bütün çabalarına rağmen böyle bir duruma düşerse ne olacak? Ölüme nasıl direnecek? Bir tercih mi yapması gerekecek? Biliyor ki, kendine koyduğu yasakların biri öbürüne üstün değil, her biri aynı kesinlikte ve istisnalarla bu yasakları gevşetemez. Ancak ve ancak öldüğü zaman kendinden utanacak. Ya da kendinden utandığı an öldüğü an olacak. Öyle bir an gelirse huzurla ve ölümün kendi elinden olmadığına inanarak gözlerini yumacak. Bu öyle mutlak bir inanç ki bedeni o an gelmeden hazır olacak ve bilinci o anı fark etmeden kapanacak.

Üçüncü şartı, tat almak. Bencilce bir istek bu. Belki küçüklüğünden kalma, artık anımsayamadığı bir hatıradan ötürü tat alma duyusuna son derece tutkun. Neye mal olduğunu düşünmeden yediklerinden her zaman zevk almaya baktı. Yemek için yaşadığı söylenemezdi ama tat alma duyusunu kaybederse hayatta kalma içgüdüsünü kaybedeceğini içten içe hep biliyordu. Ölmemeye karar verene dek bu konu hakkındaki nihai düşüncesini merak etmemişti, şimdi bir sonuca varmak zorundaydı ve nihayet anladı ki, her geçen gün azalan lezzetlerini tatmayacaksa bu tatsız dünyada kalmak istemiyordu.

Şartlarını yazmayı bitirince rahatladı. Baştan bir kez daha okudu yazdıklarını. Tatmin olmuştu. Yanı başında duran yeşile boyalı, ekşi şekerlemelerden birini ağzına attı. Kalkıp evin içinde biraz yürüdü. Mutfağa gitti, tezgahı sildi, oradan banyoya geçti, saçını ıslattı, yatak odasında biraz ayakta dikildi. Burası benim evim, diye geçirdi aklından. Anahtarı kapının üstünde, dilediğim zaman çıkar gezerim, ne zaman istersem o zaman eve dönerim. Bu düşüncenin verdiği özgürlük hissiyle kendinden geçti, şeker hala dilinin ucundaydı, yatağına çöktü. Kendine geldiğinde uzanmıştı. Başının altındaki yastıktan fırlamış tüyler ensesini kaşındırıyordu. Hava kararmıştı. Bütün gün bu yatağa hapsolmuş olamam herhalde, dedi ve cümlesi bitmeden ardından geleceği sezinledi.

Kimse onun için üzülmedi. Ne de olsa her şey inançları uğrunaydı.